But i don't believe it traducir turco
512 traducción paralela
I don't expect you to be flattered by this, but in it she describes you as a soucriant, which I believe is a sort of vampire.
Bununla gurur duymanızı tabii beklemiyorum ama sizi bir kan emici olarak tanımlamış. Ki bu da sanırım vampir anlamına geliyor.
I don't believe it. But I did.
Buna inanmıyorum.
I'm sorry to say it, sir, but I don't believe you.
Bunu söylemek istemezdim ama size inanmıyorum.
But I don't believe it, Father.
Buna inanmıyorum baba.
I don't believe that destinies are controlled by a throw of dice... but it couldn't have been merely a succession of accidents.
Şansın kaderi yönlendirdiğine inanmam ama bu durum yalnızca bir tesadüfler zincirinden ibaret olamazdı.
Well, it's, uh... it's funny, but, you know, with a teacher right here in the family, I don't believe I could ever learn to play bridge.
Komik ama, ailede bir öğretmen olunca briç öğrenebileceğimi hiç sanmıyorum.
I still don't believe in it, but it's what Julia wishes and....
Hala buna inanmıyorum, ama Julia'nın istediği bu ve...
I can't believe the Lord means for the strong to parade their strength... but I don't mind doing it if it's got to be done.
Tanrının güçten bahsederken kaba kuvveti kastetmediğini biliyorum fakat yapılması gerekeni yapmakta hiç tereddüt etmem.
- It isn't that... but I don't believe we'd have much chance against him in the jungle.
- Konu o değil... ormanda ona karşı fazla şansımız olduğunu sanmıyorum.
But I don't believe it.
Ben inanmıyorum tabi.
But I don't believe it.
İnanmıyorum buna.
It doesn't matter to me if you don't believe me, but I'd like to give you one last chance.
Bana inanmasan da, benim için fark etmez, lakin, sana son bir şans tanımak istedim.
I don't expect you to believe me, but it's the truth.
İnanmanızı beklemiyorum ama gerçek buydu.
You look at me as though you don't believe it, but I know I'm right.
Bana sanki inanmıyormuş gibi bakıyorsun ama haklı olduğumu biliyorum.
I was the one who said it, but I don't believe it.
Bu konu burada kapanmıştır. Onu söyleyen bendim ama buna inanmıyorum.
But confidentially, between you and me, I don't believe a word of it.
Ama, aramızda kalsın, tek kelimesine bile inanmadım.
I don't quite know how to say it... but there's a mature quality about her that's disturbing in a child... and my husband and I thought that a school like yours... where you believe in discipline and the old-fashioned virtues... might perhaps teach her to be more of a child.
Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum bir çocuk için rahatsızlık verecek kadar olgun tavırları var. Kocam ve ben, okulunuz gibi disiplin ve geleneksel ahlak kurallarına önem veren bir yerin ona biraz daha çocuk olmayı öğretmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Incidentally, the captain informs me that changing channels is not only foolhardy, but also extremely dangerous, so I don't believe you ought to try it.
Bu arada, kaptan bana kanal değiştirmenin yalnızca aptallık olmayıp, aynı zamanda da çok tehlikeli olduğunu bildiriyor. Bu nedenle onu denemen gerektiğine inanmıyorum.
I don't ask you to believe it. I know it's not my department, but... I'd like to show you I'm not talking out of the back of my neck.
Bana inanmaya mecbur değilsiniz, bu benim şubenin işi de değil, ama ispat edeceğim, doğruluğunu ispat edeceğim.
Don't laugh at me, but I believe it to be dignity.
Gülme, ama bunun haysiyet olduğunu düşünüyorum.
WELL, I DON'T REALLY BELIEVE THIS BUT I'LL TRY IT.
Teşekkürler, profesör. Eğer işe yararsa...
But it's so funny, though, sometimes you'd never believe it, they call me Katharine, I don't even know it's my own name, I forget to answer.
Bazen bana Katharine derler, üzerime alınmam!
But I don't believe it.
İnanmıyorum.
I don't believe it, but you're a murder suspect.
Buna inanmıyorum ama cinayet zanlısısın.
But I don't believe it at all.
Ama buna hiç inanmadığımı söyledim.
I see it, but I don't believe it.
Görüyorum, ama inanamıyorum.
Well, i, uh... well, i want to believe it, but... i don't know what to think.
Buna inanmak istiyorum ama ne düşüneceğimi bilmiyorum.
I don't believe it. Pardoned? Yes, the news came last night, but the warden wanted to make sure.
Haber dün akşam geldi, ama emin olana kadar sana söylemek istemediler.
I don't hold with shouting'and yellin', but you better believe it.
Bağırış, çağırış istemiyorum...
- I see it, but I don't believe it.
- Gözlerime inanamıyorum.
I don't believe him. I can't explain it, but the more I study that patient...
Ona inanmıyorum. Açıklayamıyorum ama, onun üzerinde çalıştıkça...
I've heard it rumored, but I don't believe it.
Bazı söylentiler duydum ama ihtimal vermedim.
Now, I don't intend to portray the fact that the Father's business, in itself, is selling Bibles for dollars and cents... and for the commercial aspect of it, but I do believe the good that comes from the selling of Bibles... and the getting of Bibles and the reading of Bibles... is definitely identified with the Father's business.
Tanrı'ya hizmet etmenin yolunun para ve dolar için İncil satmak olduğunu ya da bu işin ticari boyutu betimlemek niyetinde değilim. Ama asıl iyiliğin İncil satmaktan, İncil almaktan ve İncil okumaktan geldiğine inanıyorum ki bu da kesinlikle Tanrı'ya hizmet olarak tanımlanabilir.
I don't know how much they're paying you but you gotta believe me, it ain't enough.
Seni nasıl ikna ettiler. Bu iş karşılığında sana ne verecekller bilmiyorum ama, inan bana, ne verseler az.
This experience may have had a few secondary effects, but I don't believe it has affected my attitude or behavior.
Bu deneyimin birkaç yan etkisi olmuş olabilir ancak davranışımı ve tavrımı etkilediğini sanmıyorum.
You wouldn't believe it, but I don't have a telephone.
İnanmayacaksın ama telefonum yok.
I can't believe it, but I have a lot of charm, don't I?
Ama çok çekiciyim öyle değil mi?
The story is their boat capsized in a swell. But I don't believe it.
Kayıklarının bir dalgada alabora olduğu söyleniyor ama ben inanmıyorum.
That sign, that mark on the amulet... I don't know whether this is of any assistance, but it is, I believe, Hebrew.
Madalyondaki sembol ya da işaret faydası olur mu bilmem ama sanırım İbranice idi.
You may not believe it, but when things go badly, I don't want to see you.
Belki inanmazsın ama işler kötü gittiğinde seninle görüşmek istemiyorum.
I'm not superstitious... and I don'believe in jinxes, but that stone's jinxed me and it won't let go.
Batıl inanışım yoktur... büyüye falan da inanmam ama bu taş bana büyü yaptı ve bu büyü bozulmuyor.
I don't believe this cockeyed bull story about Mary Pistolcoloni for one minute, but if it's true you're making a very big mistake.
Senin şu Mary Pistolcoloni ile ilgili saçma hikayene bir dakikalığına bile olsa inanmadım. Ama eğer bu gerçekse çok büyük bir hata yapıyorsun.
But I don't believe it
Ama buna inanamıyorum.
- I see it, but still don't believe it!
- Görüyorum ama hala inanamıyorum!
So they tell me he did it. But I don't believe it.
Sonra bana onun yaptığını söylediler.
I don't believe it, but suppose you were.
İnanmıyorum ama varsayalım öylesin.
I believe you're in trouble... danger... but I don't know what kind, and I'm not sure how much of it is made up.
... bir sorunun içinde olduğuna inanıyorum tehlikenin içinde ama ne çeşit bir tehlike bilmiyorum. ... ve ne kadarı uydurma, emin değilim.
I know it's hard to believe, but I don't know how to drive.
Ben sadece 13 yaşındayım.
I don't believe your so-called penicillin exists, but it just might.
Sizde penisilin olduğunu sanmıyorum, ama olabilir de.
I don't say I believe in him, mind. But if nothing else works, I shall have to try it, shan't I?
Ona inandığımı söyleyemem ama başka bir şey işe yaramazsa denemekten başka ne yapabilirim?
Sometimes I don't believe it, but it's all true.
Bazen inanmam fakat hepsi doğru.