Crumb traducir turco
476 traducción paralela
- Give me the crumb tray.
- Williams, kırıntı tepsisini ver.
Hey, crumb, duck.
Hey, aptal, eğilsene.
You crumb.
Mankafa.
You may be an undigested bit of beef, a blot of mustard, or a crumb of cheese.
Hazmedilmemiş bir lokma biftek bir kaşık hardal ya da peynir kırıntısı olabilirsin.
He picked up a crumb of our black bread, shook his head and dropped it.
Bizim kepekli ekmeğin kırıntısını aldı, kafasını salladı ve onu düşürdü.
But to you, I'm only a crumb, is that it, Joe?
Ama sana göre, sadece bir kırıntıyım, öyle mi, Joe?
So they turn the town upside-down for one crumb.
Bir kırıntı için şehri altına üstüne getiriyorlar.
At that time, I was just a crumb.
O zaman sadece bir çömezdim.
- Are you crumb chicken or...
- Aşağılık bir ödlek misin yoksa...
Not a crumb!
- Zerre kadar değil!
I must apologize for the crumb-
Özür dilemem gerekiyor bu berba...
I picked it because this old crumb that runs it looks like he's a pushover.
Onu seçtim, çünkü orayı yöneten şu yaşlı bunak çok kolay bir seçim gibi görünüyordu.
I told that old crumb to keep his mouth shut.
O yaşlı bunağa ağzını sıkı tutmasını söyledim.
I admit, I Was put out When you quit to go With a crumb like LeGrand.
İtiraf edeyim,.. ... LeGrand gibi sefil biriyle gitmek için ayrılmana şaşırdım.
Charlie's no crumb.
Charlie sefil değil.
That little crumb threatened my kid and my ex-wife.
O şerefsiz, eski karımı ve çocuğumu tehdit etti.
UH, A LITTLE PIECE OF YOUR MAKEUP, A CRUMB OFF THE CRUST OF YOUR STRUCTURE
Karakterinizin küçük bir parçası, bünyenizin dış kabuğunun bir kırıntısı varlığınızın zerresinin bir parçacığı diyebiliriz.
Is that so? I don't even know this crumb and he starts accusing me of pinching his car.
Bu adamı tanımıyorum bile ama beni arabasını çalmakla suçluyor!
Well, what do you got to say for yourself, crumb, huh?
Kendine söyleyecek sözün var mı işe yaramaz?
Not a crumb left.
Bir lokma bile kalmadı.
You can't even give him a crumb of what I've done.
Onun için yaptığım şeylerin tek bir zerresini bile ona veremezsin.
Circulates around the crumb joints, picks up a little news here and there.
Kenar mahallelerde dolanıp sağdan soldan az buçuk haberler topluyor.
- Oh, shut up, crumb.
- Oh, kapa çeneni.
I got no idea that this guy comes in the same package, that it's a package deal, and for 11 long years, I got this crumb tied around my neck.
Paketle birlikte bu adamı da vereceklerine dair en ufak bir fikrim yoktu, ve onbir yıl boyunca, bu sürüngeni hep kıçımın dibinde buldum.
Any and every crumb in God's creation.
Tanrı'nın hayat ve biçim verdiği her şeyi.
"Doesn't touch a crumb"
"Açlıktan yüzü sapsarı"
We worked dog-bone hard for every crumb, but we thank you just the same, Lord, for this food.
Biz her kırıntı için zor şartlarda çalıştık. ama biz bu yiyecekler için sana teşekkür ederiz, Tanrım.
In those long years I didn't taste a single crumb of that happiness.
Bu uzun yıllar boyunca zerre kadar mutluluk tatmadım.
- Not a crumb of bread in the house.
- Evde bir dilim ekmek bile yoktu.
Not a crumb of bread in the house.
Evde yiyecek bir dilim ekmekleri bile yoktu.
- Number Nine, you crumb.
- Dokuz numara, serseri.
A real crumb.
Tam sefil.
You crumb!
Seni değersiz!
I'm not out there, crumb.
Burada değilim, değersiz.
Not even an extra crumb of bread. But I work to keep in practice.
Hiçbir getirisi yok, sırf pratik olsun diye yapıyorum.
Look, you crumb-bum, I'm a star.
Bana bak serseri, ben bir yıldızım.
All them crumb-castle belly cheaters are the same.
Alayı göbekleri ekmek yemekten davul gibi olmuş üçkağıtçılar.
Or a crumb of cheese or an old potato.
Ya da yediğim bir parça peynir veya çürük bir patates.
But you will have to eat it all down to the last crumb. Bon apetit.
Ama son kırıntısına kadar yemek zorundasınız, afiyet olsun.
Now you're a big shot fighter, you don't even throw a crumb to your friend.
Şimdi sen de yolu açık büyük bir boksörsün, bana bir kırıntı bile atmazsın.
a crumb of bread.
bir parça ekmek.
You odious, sanctimonious, stiff-necked little crumb.
Seni tiksinç, kendini beğenmiş, kibirli pislik!
You crumb!
Seni gerizekalı!
Show this crumb what it's all about.
Göster şu kekoya işin raconunu.
You couldn't get a crumb out of the old skinflint.
Yaşlı cimriden bir kırıntı bile alamadınız. Cehennem onunla olsun.
If you posed, it would be crumb cake.
Eğer sen poz verseydin değersiz olurdu.
Where's he gonna get crumb doughnuts in the Everglades?
Everglades'de donut kırıntılarını nereden bulacak?
A right crumb he was.
Sonra Freddie uğradı.
You crumb!
Seni pislik!
Let's not blow the whole cake to win a little crumb.
- Ama, Dave... - Ne var?
- Crumb. - which she probably was
Zaten büyük ihtimalle öyle yapıyordu.