Fortuné traducir turco
8,444 traducción paralela
~ And the fortune of your masters.
- Senin üstadlarının kaderi de.
It's going to cost you a fortune.
- Bu sana bir servete mâl olacak.
I kill Flint, give you half a fortune, and then no more Naft, no more Lawrence, no more compromises.
Flint'i öldürsem... Sana ganimetin yarısını versem ne Naft kalır ne Lawrence ne de başka bir şey.
The Good Fortune was captured yesterday but by a different captain who found her first, beat Hallendale to her, and then, instead of managing her surrender, he put her entire crew to the sword.
Good Fortune gemisi dün yağmalandı ancak başka bir kaptan tarafından.
I understand Mr. Meeks told you the episode on the Good Fortune was a case of self-defense.
Ayrıca anladığım kadarıyla Bay Meeks Good Fortune'daki hadisenin savunma maksatlı olduğunu da söylemiş.
But with me, when the men see me slaughter the crew of the Good Fortune, when they see me cut out a man's tongue from his mouth for lying, when they see me burn a boy alive in front of his father's eyes,
Ancak mesele ben isem... Beni Good Fortune'un tayfasını katlederken gördüklerinde... Yalan söyledi diye birinin dilini keserken gördüklerinde...
And I hear the chump didn't even have to check his fortune cookie before transferring the dough.
Ve Chang'in parayı transfer etmeden önce... şans kurabiyesine başvurmaya ihtiyacı kalmamış.
REG wants to buy you off cheap. Throw you out on the street, flip this place for a fortune.
Seni sokağa atmak ve buradan da bir servet kazanmak.
THE PUSS IN BOOTS "Give me just a bag and a pair of boots " and I will make you a fortune. "
Bana bir çanta ve bir çift çizme ver, seni zengin edeyim. "
I'm sorry I couldn't make you a fortune...
Seni zengin edemediğim için özür dilerim.
Them peckawoods left their homes and their families, and come to this snowy mountain, lookin'for me and fortune.
O beyaz kafatasçılar evlerini, ailelerini terk edip beni ve serveti bulmak için bu karlı dağlara geldiler.
None of them found fortune.
Hiçbiri serveti bulamadı.
He came out here to the hills of Wyoming, to make his fortune.
Buraya, Wyoming tepelerine servetini kazanmaya gelmişti.
So the Johnny's climbed this mountain, lookin'for fortune.
Bu yüzden Johnnyler serveti bulmak için bu dağa tırmandılar.
But there was no fortune to be found.
Ama bulunacak bir servet yoktu.
They turn each apartment into four or five, then rent them for a small fortune. A great business!
Her daireyi dört ya da beşe bölüp sonra da küçük bir servete kiralıyorlar.
You know this stuff that goes for a fortune now.
Şimdi servet değerindeler.
It must have cost a fortune.
Çok pahalıya patlamış olmalı.
He is the British heir to the Cromwell Hotel fortune.
- Cromwell Otellerinin İngiliz mirasçısı.
Is this you trying to tell me my fortune?
Bana söylemeye çalıştığın şey kaderim mi?
I'd just spent a fortune rolling the clay courts, which were suddenly maligned by scores of deer poop.
Az önce kortta geyik kakaları yüzünden bir kaza geçirip kayacaktım.
Then I got my palm read by a fortune teller.
Sonra da falcının biri el falıma baktı.
I do believe I've isolated and frozen most of the considerable gray fortune.
Hatırı sayılır Gray servetinin çoğunu izole ettim ve dondurdum.
We have the good fortune of doing our own BDA. Now we know we're killing people.
Muharebe hasar tespiti yapabildiğimiz için... şanslıyız, zayiat verdirdiğimizi biliyoruz.
I had my fortune told.
Fal baktırdım.
You got a good fortune, right?
Falın iyi çıkmıştı, değil mi?
I'm not into fame or fortune.
Ne şöhrette gözüm var ne de para pulda.
The crew's relationship with her is worth far more than the amount she withheld from the Good Fortune prize.
Onun tayfaya kazandırabilecekleri Good Fortune ganimetinden katbekat daha fazla.
Are they unaware of the profits he cost them with the Good Fortune prize?
Good Fortune ganimetinde onlara kaç paraya mal olduğundan haberleri yok mu?
Suffice it to say, the Good Fortune yielded up a unique item of great value.
Yalnızca şu kadarını diyeyim. Good Fortune'da muazzam değerde bir ganimet vardı.
- It must be worth a fortune.
- Bir servet değerindedir.
We've burned it before with fire, but that pile is worth a fortune.
Ayrıştırılmamış şu hali bile bir servet değerinde.
And in the words of Jessica Wicks-Newport, heir to the entire Newport fortune, quote, "It's time to trade those dumb, old trees for a butt load of cash."
Jessica Wicks-Newport'un deyimiyle... Kendisi Newport servetinin varisi oluyor. "Saçma sapan antika ağaçları verip çuval dolusu para alma vakti."
I just wanted to wish you and your people good fortune.
Sana ve halkına iyi bir talih dilemek istedim.
To construct for myself an illusion that I'm still on the Good Fortune nearing the end of a long voyage, recent events were themselves the nightmare, and that these men are simply sailors tasked with delivering me home.
Hâlâ Good Fortune'da olan kafamdaki görüntüyü düzenlemek adına uzunca bir yolcuğunu sonuna yaklaşmışken son yaşanan olaylar onların kâbuslarıydı ve de bu adamlar, beni evime götürmeye görevlendirilmiş denizcilerdi.
He lets her in, she walks off with a prize worth a fortune, leaving him to swing in the wind for it.
Charles onu içeri alıyor, o ise bir servet değerindeki ganimetle dışarı çıkıyor. O ise onu rüzgarda sallanmaya bırakıyor.
Right now Charles is either fighting to preserve his captaincy and looking for any good argument to win them a fortune, and quickly, or he's dead and some new captain is wrestling with the same question.
Şu an Charles ya kaptanlığını korumaya çalışıyor. Adamlarına servet kazandırabilecek iyi bir fikir arıyor. Ya da öldü ve bir başka kaptan ayrı sorunlarla boğuşuyor.
Where does one store a fortune in gold coins?
- Bir servet değerindeki altın nereye saklanır?
That is the crown jewel taken from the Good Fortune prize.
Karşında Good Fortune'dan elde edilen ganimetin aslan payı duruyor.
I wish you good fortune in the wars to come.
Yaklaşan savaşlarda sana iyi şanslar diliyorum.
Yes, he worked very hard in amassing his fortune.
Servet yapmak için epey çalışmış.
Seek your fortune as and where you may.
Talihini uygun yerlerde ara.
Both fatherless, hostages to our family's fortune.
İkimiz de babasızız, kendi ailemizin servetine rehin kaldık.
There is a tide in the affairs of men.. .. which taken at the flood, leads on to fortune.
Gelgit gibidir bir erkeğin ilişkileri, selde sürüklenir, kaderine doğru.
It is the door of fortune.
- Talih kapısı bu.
Kent majored in fortune cookies.
Kent atasözleri üzerine ihtisas yaptı.
Not castrating the gigolo brought us good fortune.
Gigolo'yu kastetmemek bize iyi bir servet getirdi.
She's like a fortune cookie.
Fal kurabiyesi gibi.
My birdy tell you fortune, okay?
Kuşum falınıza bakacak, tamam mı?
- He's a poor fortune teller.
Zavallı falcı.
Fortune, health, study, love, what?
Talihini, sağlığını, eğitimini, aşk hayatını?