He didn't have to traducir turco
1,793 traducción paralela
Middle of the day - no way. He didn't have to go to Jersey to smell it.
Kokuyu duyması için Jersey'e kadar gitmesi şart değil.
He wouldn't have written March 21, 2006, In that first letter If that date didn't actually Mean something to him.
O günün onun için özel bir anlamı olmasa ilk mektubunda 21 Mart 2006 yazmazdı.
To Watch Him, A Man Who Told Me Flat Out He Didn't Want To Have Children With Me,
Israrla, benden çocuk sahibi olmak istemediğini söyleyen bir adam,
You are allowed to have a boyfriend. He didn't look like a boy to me.
Erkek arkadaşın olmasına iznin var, bana yaşıtın gibi görünmedi.
Initially I thought Master Liao's kung fu is good but he didn't even have a chance to attack.
Önceleri Usta Liao'nun kung fusunun iyi olduğunu düşünürdüm ama o bir kez saldırma teşebbüsünde bile bulunamadı.
He didn't have enough room to make it straight.
Bunu düzenleyebilecek yeterli odası yok.
You have to understand, when he first brought her home, I didn't recognize her.
Anlamalısınız, oğlum onu eve ilk getirdiğinde onu tanıyamadım.
If he had any family, they didn't want to have anything to do with him anymore.
Bir ailesi olsaydı bile artık paylaşabilecekleri bir şeyleri yoktu.
Well, not really. Other than to complain he didn't have any.
Pek sayılmaz, şikâyetçi değildi, ama pek bir parası da yoktu.
Yeah, he did it manually because he didn't have the time to create a new timer.
Evet, el yordamıyla yaptı keza yeni bir sayaç yapmak için hiç zamanı yoktu.
My dad worked really hard to get me and my brother the things he didn't have.
Babam sahip olmadığı şeyleri bana ve abime vermek için çok çalıştı.
He didn't have to.
Anlatmasına gerek yoktu.
I know he brought you, but you didn't have to come.
Seni getireceğini biliyordum. Ama gelmek zorunda değildin.
He... he didn't want me to have to choose between him and God, and I love my father for that.
Beni, Tanrı ile arasında bir seçime zorlamadı ve bu yüzden, babamı seviyorum.
He didn't have to.
Zorunda değildi.
He totally didn't have to do that.
Bunu yapmak zorunda değildi.
I have to live with the fact that I didn't see him for who he really was.
Onun nasıl biri olduğunu anlayamadığım gerçeğiyle yaşamak zorundayım.
- Why didn't he want to have kids?
- Neden çocuk sahibi olmak istememiş?
He will be so angry when he finds out that I have come here, but... I didn't know what else to do.
Buraya geldiğimi öğrendiğinde çok kızacak fakat başka ne yapacağımı bilemedim.
Raj is gonna be in People magazine, and he didn't even have to knock up one of the Spears sisters.
Raj People dergisinde olacak Spears kardeşlerden birisiyle iş bitirmesine gerek kalmadan.
He didn't have to share a wall with her.
Onunla bir duvar paylaşmak zorunda değildi.
Didn't she think he have the right to know?
Bilmeye hakkı olduğunu düşünmemiş mi ki?
Well, if he didn't have a secondary device to detonate, there's only one reason that he stayed with us.
Eğer patlatacak ikinci bir cihaz yoksa... sizinle kalmasının tek nedeni var.
I told him he didn't have to run everything by me.
Her şeyi bana onaylatmasının gerekmediğini söyledim.
Which in your mind means he didn't have the right to a long, happy life? And his son didn't have... the right to have his daddy.
Yani sana göre, ne onun uzun mutlu bir hayat yaşama hakkı vardı ne de oğlunun bir babaya sahip olma hakkı.
He didn't want me to have to choose between him and God, and I love my father for that.
Beni, Tanrı ile arasında bir seçime zorlamadı ve bu yüzden, babamı seviyorum.
He helped me have that security that I've always wanted in a father figure, and he didn't have to treat me like I was one of his kids or buy things for me.
O, benim için her zaman istediğim ve güvenebileceğim baba figürü oldu. Bana çocuklarından biriymişim gibi davranma ya da bana bir şeyler alma zorunluluğu yoktu.
He didn't have to do it, but he did.
Mecbur değildi, ama yaptı.
He didn't have to talk his way out of anything.
Herhangi bir şeyden sıyrılması gerekmiyor.
Eventually, if it didn't make sense anymore, he'd have to.
Boşa kürek çektiğini anladıktan sonra, vazgeçmek zorunda kalırdı.
I would have gone with him, and I would have shut you out of my mind, but he didn't want to know.
isteseydi onunla giderdim ve seni aklımdan tamamen çıkarırdım ama o bunu bilmek bile istemedi.
That is to say, he would have been fascinated by the beauty of the theory till he realised that it didn't have any convincing predictions that we could check now.
Teorinin güzelliği karşısında büyüleneceği söylenebilir. Ta ki kontrol edebileceğimiz doyurucu tahminlerimiz olmadığını.. .. anlayana kadar.
He didn't have to apologize.
O özür dilemek zorunda değildi ama!
I think he didn't come to Fiorito for last 14 years because he prefered to have idealistic image or the picture of the poor people.
Bence o Fiorita'ya son 14 yıldır gelmedi çünkü fakir insanların resimlerine idealist tasvirlerine sahip olmayı tercih etti.
He didn't even have the receipts to file charges.
Makbuzlar olmadan şikâyetçi olamadı.
– He didn't have to take it so personally.
- Bu kadar kişilleştirmemeliydi.
He didn't have to love me, God, He just had to be working for me.
beni sevmek zorunda değil, tanrım benim için çalışsın yeter.
He just didn't want have to do that paper.
Sadece yazılı ödevi yapmak istemedi.
He is our friend, our true friend, but, perhaps he felt he didn't have sufficient invitation to justify his coming...
O bizim gerçek dostumuz. Belki gelmesi için yeterince davet almadığını düşünüyordur. Teşvik etmeli.
I didn't want to go through Martin, even though he could have gotten us backstage.
Bizi kulise sokabilse bile Martin'in almasını istemedim.
He didn't even have the guts to kill himself.
Kendini öldürecek cesareti yoktu.
Anyone who could cause this much mayhem when he didn't have to?
Gereksiz yere ortaya çıkarılan bu kargaşa mı?
And she also says that you're a pathetic fool who didn't have the guts to go along with the woman he loved.
Ayrıca senin zavallı bir aptal olduğunu söylemiş. Sevdiği kadınla kaçmayı k.çı yemeyen bir korkak.
If you look carefully... with his experience, if he had any understanding at all of how explosive this is, he'd have expected us to have the girl's apartment covered, but he didn't.
Eğer dikkatli bakarsanız, Onca deneyimiyle, eğer bu olayın ne kadar tehlikeli olduğunu birazcık bile bilseydi bizim kızın apartmanını gözlediğimizi tahmin ederdi, ama belli ki etmiyormuş.
He didn't have to ask. The company owns the apartment. Ah.
İstemesine gerek yoktu, daire zaten şirkete ait.
I got a kid in a wheelchair outside the stadium, wanting to go to the game but unable because he didn't have the money for a scalped ticket.
Stadın dışında tekerlekli sandalyeli bir çocuğa rastladım. Maça gitmek istiyordu fakat karaborsa bilet alacak parası yoktu.
He didn't trust Autumn to do it right I'm sure No, Henry wanted to be cremated And have his ashes spread over the ocean From a catamaran Off the Bahamas
Autumn'a güvenmezdi yani.Okyanusa atılmak istiyordu Bahamalardan hem de
- He didn't have to.
- Anlatmasına gerek yoktu.
I have no idea who the king of England was in 1630, but I didn't think he was about to look it up.
1630 da İngiltere'nin kralının kim olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu ama onun bildiğini de sanmıyordum.
Didn't he have to take drug tests?
Uyuşturucu testlerinden geçmek zorunda değil miydi?
But walt, I don't think he would have been bold enough to approach me if he didn't already have enough votes to get rid of you.
Ama Walt, bence senden kurtulmak için yeterli oya sahip olmasaydı benimle görüşmeye cesaret edemezdi.
he didn't mean to 22
he didn't 1210
he didn't answer 29
he didn't make it 114
he didn't tell me 71
he didn't want to 25
he didn't show up 29
he didn't say anything 96
he didn't come 27
he didn't mean it 77
he didn't 1210
he didn't answer 29
he didn't make it 114
he didn't tell me 71
he didn't want to 25
he didn't show up 29
he didn't say anything 96
he didn't come 27
he didn't mean it 77