He doesn't have one traducir turco
201 traducción paralela
My editor will have a fit if he doesn't get one.
Eğer bir röportaj hazırlayamazsam, çok sinirlenecek.
I checked it one more time. He doesn't have a chance.
Bülteni defalarca kontrol ettim, delikanlı.
Doesn't he have a big one?
Büyükçe değil miydi?
You know what, one doesn't have to be gay... just because he touches someone's shoulder.
Birisi omzuna dokunuyor diye gey olmak zorunda değil.
- Where's his application? - He doesn't have one.
- Çocuğun başvuru formu nerede?
One thing it does mean... is that he doesn't have to walk around here being harassed by you.
Tek bir şey ifade eder... Senin buralarda dolaşıp onu rahatsız etmeye hakkın olmadığını.
Make sure he doesn't have one either.
Onun da temiz vuruşu olmamasını sağlayacağım.
We've got one phony-bird colonel playing footsies... with one little Miss Know-It-AII... who's dodging tails with one faceless wonder... who's so anonymous he doesn't have any record or fingerprints.
Bir tane herşeyden tedirgin olan bir albayımız var... Bir tane herşeyi bilen bir bayanımız var... Peki ya sürekli kuyruğumuzda dolanan ve hakkında ne bir...
She said, "He probably doesn't have one, but eight."
"Belki bir değil herhalde sekiz tanedir" dedi.
- He doesn't have one.
- Şu anda bir eşi yok.
He doesn't have one unique thought in his little, puny brain.
Beyninde tek bir fikir bile yok.
He doesn't have one appointment this whole month?
Koca ay boyunca boş randevusu yok mu?
Well, he doesn't have a partner at the moment, you know, if he had one.
Şimdilik bir eşi yok, ama bilirsin, eğer bir tane olsaydı.
He doesn't have one.
Adı yok.
There are many people who'd say he doesn't have one.
Geleceğini söyledi.
I've known the man for months and he doesn't say word one about a life outside this place and I'm thinking he just doesn't have one.
Bu adamı aylardır tanıyorum ama bu yer dışında bir hayattan hiç bahsetmemişti ve ben de böyle bir hayatı olmadığını düşünmeye başlamıştım.
He carries one around in him, but he doesn't have much choice in the matter.
İçinde bir tane taşıyor, ama bu durumda fazla bir şansı yok.
Says he doesn't have any choice in what they serve, and that violates his civil rights. - You can step in, work full-time as one of my investigators.
Benim dedektiflerimden biri olarak çalışabilirsin.
You gotta stop listening to that guy, man. He sees all the angles, but he doesn't have the balls to play one.
Her şeyi görüyor ama adam gibi oynamaya cesareti yok.
But he doesn't have one problem, he's got a thousand.
Ama bir sorun yokki Milyon tane sorun var.
- He doesn't have one.
- Arabası yok.
He doesn't have to know about the one time that you failed.
Bir kerelik başarasızlığını bilmek zorunda değil.
- Apparently he doesn't have one.
- Görünüşe göre öyle bir dikkat süresi yok.
Doesn't he have one?
Yoksa onun penisi yok mu?
Dude, my mom and dad keep fighting all the time, and everyone says it's because he doesn't have an erection, so I wanna get him one.
Hadi, ikileyin. — Neden komik? Ahbap, annem ve babam sürekli kavga ediyor.
If you can con him and he doesn't realize you're wearing a wig, He'll have to buy one.
Peruk kullandığınızı fark etmezse, bir tane almak zorunda kalacak.
I mean, you have this amazing connection with him, and then at the one moment when it matters the most, he looks into your eyes, and he doesn't even see that it's not you looking back at him.
Onunla aranızda olağanüstü bir bağ var. Herşeyin anlamlı olduğu bir anda gözlerinin içine bakıyor ve ona bakanın sen olmadığını anlamıyor.
I've got one power he doesn't have.
Onun sahip olmadığı bir gücüm var.
He doesn't have one, which seemed weird to me for a kid this sick.
Doktoru yok, böyle hasta bir çocuğun doktoru olmaması garibime gitti.
Uh, technically... Well, actually, he doesn't have one yet.
Teknik olarak, aslında daha ne okuduğu belli değil.
No, he really doesn't have any other appointments. I would stick with that one.
Malesef, başka bir güne randevu veremeyeceğim.
He doesn't understand you can't have one in an apartment.
Apartman dairesinde neden besleyemeyeceğimizi anlamıyor.
Maybe he doesn't have one.
Belki de yok.
Finally, when one employee decides he doesn't want to have contact with her, she fires him.
Sonunda, bir elemanı onunla teması kesmek isteyince, onu kovuyor.
He doesn't have one.
O yüzden barkodu yok.
- He doesn't have one.
- Psikiyatrı yok onun.
Worry about your own bets. He's not the only one who thinks Stanley doesn't have a shot.
Stanley'nin şansının olmadığını düşünen bir tek o değil.
- He doesn't have one.
- Burnu yok.
And remember- - sis doesn't have a jail... so if you knock one of these pricks down... make sure he stays down.
Unutmayın ki bizim departmanın bir hapishanesi yok. Eğer bu piçlerden birini aşağı indirirseniz orada kalmasını sağlayın.
He probably doesn't have one.
Tahminen yoktur.
Sil was on the phone. He was talking with somebody about how Bobby was the only one of them who doesn't have a goomar.
Sil telefonda birine aralarında sadece Bobby'nin bir metresi olmadığını söylüyordu.
Jimmy here needs a new kidney, and he doesn't have any insurance, so we're gonna drive up to Pittsburgh and get him a new one.
Jimmy'nin yeni bir böbreğe ihtiyacı var ama sigortası yok biz de Pittsburgh'a gidip ona yeni bir böbrek alacağız.
He doesn't have one.
Neler olduğunu öğrenirdin.
Just because your son and his friend Have a soft spot in their hearts... make that their heads... and have taken one in Doesn't mean he's to be believed or trusted.
Sırf oğlun ve sevgilisi iyi kalpli oldukları için bu işe bulaşıp birini yanlarına aldılar diye bu ona inanıp güveneceğimiz anlamına gelmez.
You haven't let me make one decision about our son, which is why, by the way, you'll be answering when he asks why daddy's wee-wee doesn't have a turtleneck on it like his.
Oğlumuz hakkında bir tek karar bile verdirmedin ; ki bu yüzden oğlumuz neden babasının pipisinde, onunkinde olduğu gibi yaka olmadığını sorduğunda sen cevap vereceksin.
I have one friend, a very distinguished astrophysicist, who told me that he's an orthodox observant Jew - which is a lot of trouble, that's not easy - and doesn't believe in God.
Bir arkadaşım, oldukça seçkin bir astrofizikçi, bana bir çok sorun ortaya çıktığı için Ortodoks Yahudilik'e uyduğunu söyledi. Ancak Tanrı'ya inanmıyordu.
- He doesn't have one.
- Olmadığını söyledi.
He doesn't have one.
Onun çocuğu yok ki.
He's got plenty of money, Grandpa. But what he doesn't have is one of these.
Çok parası var, ama bunlardan birine sahip değil.
He doesn't have one.
Bir tane bile.
I'm not the one who sits in jail when he doesn't have to.
Mecbur olmadığı halde hapishanede oturan ben değilim.
he doesn't love me 32
he doesn't 603
he doesn't know 228
he doesn't mind 30
he doesn't have to 52
he doesn't like me 35
he doesn't understand 65
he doesn't like it 37
he doesn't care 94
he doesn't want to 29
he doesn't 603
he doesn't know 228
he doesn't mind 30
he doesn't have to 52
he doesn't like me 35
he doesn't understand 65
he doesn't like it 37
he doesn't care 94
he doesn't want to 29