He doesn't have to traducir turco
1,873 traducción paralela
Maybe I'm suffering So he doesn't have to.
Belki onun yerine ben acı çekmeliydim.
I just have to get him to remember jim, you know, but gently, so he doesn't get scared away.
Jim'i hatırlamasını sağlamam lazım, ama yavaşça, o zaman benden ürküp kaçmaz.
And then, he takes the hit for the kid, confesses so his son doesn't have to go to the chair.
Sonra da oğlu idam sehpasına gitmesin diye çocuğunun yerine suçu üstlenip, itiraf ediyor.
If Radovic thinks Alessi is trying to steal his diamonds, he's gonna keep his eyes on the stash. Doesn't do us much good. We don't have a key or a location.
Radovic, Alessi'nin elmaslarını çalacağını düşünüyorsa gözlerini kasadan ayırmaz.
- And he doesn't have to go to school or anything.
- Gitmesi gereken bir okulu yok.
I'll call Porter and tell him he doesn't have to worry about Mr. Schilling.
Bay Schilling'ten korkmamasını söyleyeceğim.
Well, we have to make sure he doesn't suspect anything.
Hiç bir şeyden, şüphelenmemesini sağlamak zorundayız.
How's it going? Oh, my husband wants to spend money we don't have on a face-lift he doesn't need, so... not great.
Kocam olmayan paramızı, ihtiyacı olmayan bir yüz gerdirme operasyonuna harcamak istiyor.. iyi değilim yani.
It's obvious he has issues. But that doesn't mean that you have to stand by and...
Sorunlar yaşadığı belli fakat bu onun yanında olmanı- -
It's like he doesn't want us to have a life.
Sanki bir hayatımızın olmasını istemiyor gibi.
A guy who signs a non-compete instead of just telling his wife that he cheated doesn't have the guts to quit.
Karısına aldattığını söylemektense yarıştan çekilen birisi bırakmaya da cesaret edemez.
An accident, the police said, which is why he doesn't have to go to the inquest.
Polis kaza demişti. Onun için de soruşturmaya gitmesi şart değildi.
He doesn't have to beat you, and you don't have to be scared to come home at night or piss him off.
Seni dövmeye hakkı yok, eve gelmekten ya da onun kızacağından korkmak zorunda değilsin. Korkmamalısın.
What, doesn't he have a parking lot he can go to?
Ne? Gidebileceği bir otopark yok muymuş?
What if he doesn't want us to have a baby?
ya bizim bir bebek sahibi olmamızı istemiyorsa?
My husband buys and has them delivered, but he doesn't have time to read.
Eşim kitap alır ama okumaya vakit bulamaz.
He doesn't want Christina to have Scylla.
Christina'nın, Scylla'yı almasını istemiyor.
He doesn't have to know.
Bilmek zorunda değil.
He doesn't have to say something.
Bir şey söylemesine gerek yok.
If he is still alive, he doesn't have much incentive to stick around.
Hâlâ hayattaysa da buralarda dolanması için bir sebebi yok.
But he doesn't have the political courage of his convictions, and so, when he becomes President, he does nothing to rein in this wild, speculative fervour.
Ama görüşlerini ortaya koyacak siyasi cesareti yoktu ve bu nedenle, Başkan olduğu zaman bu vahşi spekülatif coşkuyu dizginleyecek hiçbir şey yapmadı.
Guv doesn't have to say he rammed the Princess.
Şef Prenses'e tosladığını söylemek zorunda değil.
We don't have to ask ; he doesn't have to tell.
Sormak zorunda değiliz, anlatmak zorunda değil.
He's got these desires, but he doesn't have the bottle to reach out for them.
Kendi arzuları vardı, Ama hiç bir zaman sahip olamadı
He seems to have vanished. George, one doesn't simply vanish. Keep looking.
İnsan birden bire yok olmaz, araştırmaya devam et.
He doesn't have the gumption, let alone the competence, to kill.
- İyi noktaya değindin. - Hem haklı olabilir. Beceriyi bir yana bıraksak bile onda cinayet işleyecek cesaret yok.
Now, I'll be honest- - some of my friends wondered if Mr. Wellington would ever accept the guy that used to clean his boat as his son-in-law, but the... lovely and surprising truth is he doesn't have a choice.
Şimdi dürüst olacağım bazı dostlarım Bay Wellington'ın eskiden teknelerini temizleyen bu adamı damadı olarak kabul edip etmeyeceğini merak ediyorlardı, ama güzel ve şaşırtıcı gerçek şu ki başka seçeneği yok.
He doesn't have his mommy to love him anymore.
Artık onu sevecek bir annesi yok.
I just have to make sure that he doesn't meet the President first.
Başkanla buluşmamasını sağlamam yeterli.
He just doesn't have the confidence to coach us anymore.
Bize koçluk yapmak için kendine güveni kalmadı sadece.
Well if he doesn't show, we're gonna have to cancel.
Bir an önce gelmezse iptal etmek zorundayız.
He doesn't have to be dead.
Ölmüş olması gerekmiyor.
He doesn't have to worry about us.
Bizim için endişelenmesine gerek yok.
I have a huge trust fund because he doesn't want me to worry about anything but being a great doctor.
Yüklü bir güvence hesabım var çünkü harika bir doktor olmaktan başka bir konuda endişelenmemi istemiyor.
D.A. made her back off, so he doesn't even have to hide anymore.
Savcı onu geri çekmiş, yani herifin artık saklanmasına bile gerek kalmamış.
You're very tall and... and dark and handsome and... Charlie doesn't have anything raunchier than that, because he likes to, you know, kick it old school with the pornography. No.
Çok uzunsun esmer ve çok yakışıklısın ve...
I hope he doesn't keep accounts of your downloads, you'll have to sell your house.
İnşallah, senin indirdiklerinin hesabını tutmuyordur,... yoksa evini satmak zorunda kalırsın.
He finally gets to bury his father, even though he doesn't have the body.
Elinde babasının cesedi olmasa da defin işlemlerine başlamıştı sonunda.
He doesn't have to be dead. You don't have to have killed him.
Ölmek zorunda değil, onu öldürmüş olmak zorunda değilsin.
As the incumbent Senator, he doesn't seem to have...
Görevdeki Senatör durumdan, pek te memnun- -
Go pack now, so he doesn't have to wait.
Git eşyalarını toparla, beklemek için çok vakti yok.
But then he'd realize he doesn't have to deal with all this.
Ama artık bunlarla uğraşmak zorunda kalmadığını fark ettiği an benim için kek yapar.
How come he doesn't have to get down on the floor?
O neden yere yatmıyor?
- he doesn't have to know.
- Bilmesi gerekmiyor.
But he knows he doesn't have to, so he's just kind of flirting with it.
Bu yüzden bunula bir çeşit flört ediyor. O zaman, zamana bırak. Biliyorsun, doğru oynamalısın.
Huh, turns out he doesn't have much to say, except I think he feels bad about what happened, which isn't very monster-like.
Söyleyecek pek bir şeyi olmadığı ortaya çıktı. Sanırım olanlar hakkında kötü hissettiği dışında, bu da hiç canavarlara göre değil.
He doesn't have to be alive for them to collect it.
Almaları için James'in canlı olmasına gerek yok.
Yes, well... he doesn't have anything close to my imagination.
Evet. O benim hayal gücüme yaklaşamaz bile.
He doesn't have anything to come back for.
Geri dönmesini gerektirecek hiçbir şey yok.
You told him he doesn't have to see me if doesn't want to.
Ona istemedikçe beni görmek zorunda olmadığını söylediniz.
Doesn't mean that you have to go chasing after him every time he does something stupid.
Yani, her aptalca bir şey yapışında onun peşinden gitmen gerekmiyor.
he doesn't have to know 18
he doesn't love me 32
he doesn't 603
he doesn't know 228
he doesn't mind 30
he doesn't like me 35
he doesn't understand 65
he doesn't like it 37
he doesn't care 94
he doesn't want to 29
he doesn't love me 32
he doesn't 603
he doesn't know 228
he doesn't mind 30
he doesn't like me 35
he doesn't understand 65
he doesn't like it 37
he doesn't care 94
he doesn't want to 29