Indifference traducir turco
351 traducción paralela
Your coldness and your indifference are unbearable.
Soğukluğun ve umursamazlığın katlanılacak gibi değil.
Your... your indifference astonishes me.
- Sahi mi? - Farklılığınız beni şaşırtıyor.
They combine a mad love of country with an equally mad indifference to life... their own, as well as others'.
Ülkelerine duydukları çılgıncasına sevgiyi hayatı karşı duydukları aynı çılgınlıktaki aldırmazlıkla birleştiriyor diğerlerine olduğu kadar kendilerine de karşı duyuyorlar.
Fan the flame of desire with the bellows of indifference.
Arzu ateşini, kayıtsızlık körüğüyle canlandır.
His pride and his sense of guilt prompted him to assume an air of indifference.
Gururu ve suçluluk duygusu ona bir hava değişimine ihtiyacı olup olmadığını soruyordu.
Indifference, outrage, contempt would be the feelings of Dave not only as a Jew, but the way I feel as a man, an American. - Is that right, Ma?
Soğukluk, hakaret, aşağılama sadece bir Yahudi olarak değil, bir insan ve bir Amerikalı olarak benim hissettiğim şekilde hissediyordur.
Religion is a matter of indifference to this office. " Got that?
"Titizlik isteyen bir iştir." "Bu iş yerinde dinin bir önemi yoktur." Yazdınız mı?
It lulls the mind into indifference.
Artık hiçbir şeyin önemi yok.
Now, Mrs. Paradine, is it not the fact that as soon as you discovered Latour took no interest in women you resolved to overcome that indifference?
Şimdi Bayan Paradine, LaTour'un kadınlara karşı bir ilgisi olmadığını fark edince bu ilgisizliğin üstesinden gelmeye karar vermediniz mi?
Dreadful feeling of the worlds indifference.
Dünyanın vurdumduymazlığı korkunç bir his.
There's so much misery, laziness and indifference, in body and in mind. In the end you don't believe in anything.
Akılda ve bedende o kadar bir boş vermişlik tembellik ve ilgisizlik var ki sonunda hiçbir şeye inancın kalmıyor.
Do my husband's infidelities and my daughter's indifference and rebellion and hatred count for nothing?
kocamın aldatmaları ve kızımın kayıtsızlığı,... isyanı ve kini boşuna mı?
What indifference. He's a Canadian.
O bir Kanadalı.
I wanted to break through his indifference.
Soğuk tavırlarını kırmak istemiştim.
And now I'll make them pay! For their contempt and indifference.
Küçümsemelerini ve ilgisizliklerini onların burnundan getireceğim.
He says it's a matter of complete indifference to him.
Sonuca ulaşacaksa bunun bir önemi olmayacakmış.
Her deceitful heart, her frailty, even her taunting indifference, turn my world upside down every day and every hour.
Onun aldatan kalbi, onun narinliği, hata onun alaycı kayıtsızlığı bile, her gün, her saat, dünyamı alt üst eder.
With seeming indifference, Captain Nemo held the key to the future of the world.
Farklı görünmesine karşın Kaptan Nemo, elinde geleceğinin anahtarını tutmaktaydı.
It's not a question of indifference but of distance.
Umursamazlık meselesi değil bu, uzak olma meselesi.
I was astonished by his gay indifference
Bu kadar neşeli ve kaygısız olması beni çok şaşırttı.
Zach and his men were sent to their deaths by indifference!
Zach ve adamları bile bile ölüme gönderildi!
It is a matter of indifference to me, I assure you.
Sizi temin ederim, benim için bu konunun bir önemi yok.
our indifference... our failure as a community to watch over one another... to know who needs help and to give it!
Yargılanan : umursamazlığımız, birbirimize destek olmayışımız ihtiyacı olana yardım sunmayışımız.
My indifference to men has shut me out.
İnsanoğluna olan kayıtsızlığım beni içime kapadı.
You are reflected in your own indifference.
Bizim kendi kayıtsızlığımızın yansımasısın.
First she'll go through the typical feminine reaction of indignation... then indifference, then indigestion, then insomnia.
İlk anda kadınsal tepki verip öfkelenecek, sonra ilgisiz kalacak... ardından hazımsızlık çekecek, daha sonra gözüne uyku girmeyecektir.
They fought against indifference against tyranny and oppression, and they restored our temple to us.
Onlar kendilerini hor görenlere, zulüm ve baskıya karşı savaştılar ve kutsal ibadethanemizi geri kazandılar.
And then indifference.
Sonra aldırışsızlık,...
And fear of indifference as well.
Sonra da bu aldırışsızlığın korkusu.
Contempt and indifference.
Hakir görme ve duygusuzluk.
God may be a matter of indifference to the evolutionists and the life beyond hold no...
Evrimciler için tanrı, çok da önemli bir mesele olmayabilir. Ölümden sonraki hayatın onlar için bir cazibesi yoktur.
Generally, the events that occur in our individual existence as it is now organized, the events that really concern us and require our participation, generally merit nothing more than our indifference... as distant and bored spectators.
Genel olarak... şu anda kurulmuş olan bireysel varoluşumuzda meydana gelen olaylar, bizi gerçekten ilgilendiren ve katılımımızı gerektiren olaylar... genellikle kayıtsızlığımızdan başka bir şey hak etmezler,... ilgisiz ve sıkılmış izleyicilere göre.
They shared an indifference for money.
İkisi de paraya karşı ilgisizdi.
Well, it says, " A social contagion that aims its poison of indifference
Ama korkarım senin sözünle olmaz, onlarla görüşmem gerek. Alisha, bu durumu farklı yansıttığımı nasıl düşünebilirsin?
It is a matter of supernatural indifference to me whether you contaminate the natives or the natives contaminate you.
Sizin yerlileri, ya da yerlilerin sizi bozması benim için son derece alakasız bir konudur.
And I'm not even going to delve into the indifference your family has shown toward Lorenzo or my sacrifices which were many, many!
Ailenin Lorenzo'ya ve benim fedakarlığıma olan ilgisizliğini araştırmıyorum!
But we will not observe this idyll with such cheerful indifference
Ancak rüya gibi bu duruma merakımızı bir kenara bırakıp kayıtsız kalmayacağız.
Your peculiar indifference to Jesus Christ.
İsa Mesih'e yönelik aldırmazlığın.
Arthur would always look at her like a shadow masking his view, as if an ocean of indifference lay between them.
Arthur sanki aralarında ilgisizliğin okyanusu uzanıyormuşçasına onu sürekli gölge gibi izliyordu.
I who have turned away from you so often with indifference
Ben, büyük bir kayıtsızlıkla... senin yolundan sapmış olan ben...
- You believe it is indifference?
- Bu önemsiz mi sanıyorsun?
- It's worse than indifference.
- Önemsizden de öte bir şey bu.
Mm. You know the indifference I felt?
Sana karşı hissettiğim şu kayıtsızlık vardı ya?
And which of them won was a matter of indifference.
Ve hangisinin kazanacağı önemsizdi.
In Germany during the last war, it was noticed that, with people who'd suffered personal loss or deprivation, even amongst the so-called decent middle class, there was a tendency to develop indifference towards the law and to indulge in looting, black market and petty theft.
Son dünya savaşı esnasında bir yakınlarını kaybeden... ya da yoksunluk hisseden Almanya'daki kültürlü sayılabilecek... orta sınıfa mensup insanlar arasında bile... kanunlara aldırmazlık ve yağmacılık ile... adi hırsızlık vakalarına katılım eğilimleri görülmüştür.
Indifference
"İlgisizlik."
Every death, even the cruellest death drowns in the total indifference of Nature.
Her ölüm, hatta en korkunç ölüm bile Tabiat'ın mutlak kayıtsızlığında boğulur.
Citizen Marquis you may sit as a judge in our tribunals you may have fought with us last September when we dragged out of the gaols the aristocrats who were plotting against us but you still talk like a grand seigneur and what you call the indifference of Nature is your own lack of compassion.
Yurttaş Marki mahkemelerimizde bilirkişi olarak oturmuş olabilirsiniz geçen Eylül'de, bize kumpas kuran aristokratları hapishanelerden dışarı sürüklerken bizim yanımızda savaşmış da olabilirsiniz ama hâlâ asilzadeler gibi konuşuyorsunuz Tabiat'ın kayıtsızlığı dediğiniz şeyse, sizin kendi merhametsizliğinizdir.
In the vast indifference, I invent a meaning.
Uçsuz bucaksız kayıtsızlığın içinden anlam çıkarırım.
It was as if my great rush of anger had washed me clean, purged me of hope, and staring up at that night sky, for the first time I opened my heart to the sweet indifference of the universe, and I felt that it was so much like myself, almost like a brother, that I realised that I'd been happy, and that I was happy still.
Sanki ani öfke nöbetlerim beni temizlemiş içimdeki umudu alıp götürmüştü ve o gece gökyüzüne bakarken kalbimi ilk kez kâinatın tatlı kayıtsızlığına açtım ve tıpkı benim gibi neredeyse bir kardeş gibi olduğunu hissettim ve mutlu olduğumun farkına vardım ve öyle de kaldım.
My memory stretches that far back, but never once can I remember... anything from you or father warmer than indifference.
Hafızam bu kadar öncesini hatırlayabildiği hâlde senden ya da babamdan ilgisizlikten başka bir şey görmediğimi hatırlıyorum.