It's all i have left traducir turco
96 traducción paralela
We meet, and if we chat, we don't even have time to kiss... and if we kiss... it's soon time to go... and I'm left alone with all the things I wanted to tell you.
Buluşuyoruz ama sohbet edersek, öpüşmeye bile vaktimiz kalmıyor... öpüşürsek de bir bakmışsın ayrılma vakti ve sana anlatmayı düşündüğüm onca şeyle başbaşa kalakalıyorum.
But I still have a shred of self-respect left in spite of it all.
Ama yine de hala parçalanmış olan bir özgüvenim var.
It's all I have left of the house.
Evden geriye kalan sadece bu.
It's all I have left of him.
Ondan bana kalan tek şey bu.
Just forget it, okay? And I hope you have fun at that party,'cause that's all you got left.
Unut gitsin.Umarım partide iyice eğlenirsin çünkü elinde kalan tek şey bu.
It's all I have left.
Geriye sadece o kaldı.
It's all I have left.
Geriye kalan tek şey o.
It's like it's all I have left.
Sahip olduğum tek şey bu.
I know this isn't the best place to have a baby, but... it's all I have left... of my husband.
Burasının bebek doğurmak için iyi bir yer olmadığını biliyorum ama... kocama bırakabileceğim... bütün her şeyim bu.
This body is all I have left, but it's enough to crush you.
Bu beden, sahip olduğum yegane şey. Ama seni ezmeye yeter.
It's all I fucking have left, okay?
İşte derdim bu benim. Geriye kalan tek şeyim bu, tamam mı?
Still, it's all I have left.
Yine de elimde sadece o var.
It's all I have left of him now that he's...
Bu bana ondan kalan tek şey. Artık o...
It's all I have left.
Bir tek bu kaldı.
This is all my father left in this world... I should have just burned it.
Dünyada babamdan geri kalan herşey bu... şimdiye kadar yakmış olmalıydım ama yakamadım.
- No, the thing is Lucy, is that when I had the car runnin'in the driveway there was all these things going on, you were fixin'your hair and If I'd known it was goin g to take so long I wouldn't have left it runnin'.
Saçını falan düzeltiyordun. Uzun süreceğini bilseydim, çalışır bırakmazdım.
It's all I have left.
Bu benim. Ona ver.
It's all I have left.
Elimde kalan hepsi.
It's all I have left...
Sahip olduğum tek şey o...
It's all I have left of him.
Onun her şeyini bıraktım.
It's all I have left...
Sahip olduğum tek şey...
It's all I have left of him.
Ondan geriye kalan yegane şey.
And it's all I have left of her.
Ondan bana kalan tek hatıra.
If I tell Dad that's all I have left, he'll make Wilhelmina publisher so fast it'll make your head spin.
Babama bu kadar param kaldığını söylersem, Wilhelmina'yı o kadar hızlı yayımcı yapar ki, başın döner.
I have been all cut. I blistered and it seems not left the same place.
Her tarafım sıyrıldı ve su topladı.
Gods of the Underworld, all that I have left I give to you in sacrifice if you will make it so.
Yeraltının Tanrıları, bana kalan tek şeyi... size kurban ediyorum, sırf ahım tutsun diye hem de.
It's all I have left of her.
Ondan bana kalan tek şey bu.
It's all I have left.
Elimde kalan tek şey bu.
It's all I have left of him.
Ondan kalan tek şey.
It's all the savings I have left in the world, and I want you to have it if you just do me this one service.
Bu para geriye kalan bütün birikimim ve onu almanı istiyorum eğer benim için bir şey yaparsan.
It's the only thing I have within my power. It's all I have left, is to continue, to find out what's causing all of this.
Güçlü olduğum tek zamanlar bunlar ve yaşamak için elimde sadece bu kaldı.
It's all that I have left.
Tek amacım bu.
No. No way! Let me remind you that it's all I have left of her.
Bana bir tek o kaldı.
It's all I have left of my son.
Bu oğlumdan tek kalan.
My job and your friendship... it's... it's all I have left, and I can't lose those.
İşimi, dostluğunu.. Bunlar her şeyim ve kaybetmek istemiyorum.
I think about how it was... it's all I have left
Elimde kalan tek şey bu.
in a weird way, it's sort of all I have left of him.
Gariptir ondan bana bir tek bu kaldı
It's all I have left.
Bana tek kalan bu.
Outdated, I know, but it's all I have left of them.
şimdi modası geçmiş biliyorum, ama bu onlara bıraktığım tek şey.
It's all my fault. I should never have left him.
Onu bırakmamalıydım.
I guess it's just all this stuff with Mom. I was hoping that Dad might have left us some answers.
Annemle ilgili bunca şey içinde babamın bazı cevaplar bırakmış olmasını ummuştum.
It's not gonna seem like anything right now, But eventually it's just going to eat at our friendship, And all I'm going to have left is Nate and ross.
Şu anda pek bir şey anlamıyoruz ama, eninde sonunda arkadaşlığımızı baltalayacak, sonra ben de Nate ile Ross'a kalacağım.
It's all I have left.
Elimde bir tek bu var.
It's hard to believe it's all I have left. I'm sorry.
Bana kalan tek şeylerin bunlar olduğuna inanmak çok güç.
It's all I have left in this life
Bi tek o kaldı
You know I would have left you guys back there, I just didn't want to run the risk of you calling it in before we got our money, that's all.
Sizi arkada bırakabilirdim paramızı alamadan evvel haber verme riskinizi göze almak istemedim, hepsi bu.
This business feeds my family, and now it's all I have left of my father.
Evimde doyurmam gereken üç boğaz var,... ve artık babamdan geriye kalan tek şey bu.
All I wanted was one night with my guy, some Halloween fun, some crafting in a house that I love and have bled for, and you ruined it, and he left. And now he's out at the bars.
Tek isteğim, erkeğimle bir gece geçirmek, Cadılar Bayramı eğlencesi düzenlemek, sevdiğim ve uğruna kan döktüğüm ev için elişi yapmaktı, ama işleri mahvettin, o da gitti.
It's kind of all I do, and I know I'm probably gonna have to do something about it someday soon, but the truth is, I haven't got that much left to lose.
Yaptığım tek şey ilaç almak. Biliyorum bir gün bu konuda bir şeyler yapmam gerekecek ama yine de benim kaybedecek çok şeyim yok.
Screw it up and become a quadriplegic or so... the worst place for me, the scariest place for me, is in my mind, and that's all I'd have left.
Felç olur kalırım. Beni mahveden, korkutan tek yer beynim. Terk etmem gereken tek yer orası.
And it's all I have left of him.
Ondan bana kalan tek şey bu.