Loathing traducir turco
341 traducción paralela
- you self-loathing, self-pitying...
- Kendinden nefret eden, kendine acıyan...
When he had recovered from visits to the abyss, he would stand in front of the picture, sometimes loathing it and himself but filled at other times with that pride of individualism that is half the fascination of evil.
Karanlık düşlerinden kurtulduktan sonra tablonun karşısına çıkmayı başardı. Bazen kendisinden ve tablodan nefret ediyordu, ama diğer zamanlar bireyciliğin şeytani çekiciliğinin mutluluğunu yaşıyordu.
but a cold light, a look of loathing.
ama soğuk bir bakıştı, nefret dolu bir bakış
PART Il : LOVE AND LOATHING
İKİNCİ BÖLÜM AŞK VE NEFRET
He fills me with loathing.
Beni nefretle dolduruyor.
At 7 : 00 this evening, we're all hating each other in Jamaica, and now, only three hours later, we're loathing each other in Trinidad.
Bu akşam 7'de Jamaika'daydık ve birbirimizden nefret ediyorduk. Ama sadece üç saat sonra Trinidad'dayız ve birbirimizden nefret ediyoruz.
Their presence fills me with loathing.
Varlıkları içimi nefretle dolduruyor.
To think that I was able to study on the proceeds of this profession I just feel loathing for myself
Bu işin parasıyla okuduğumu düşündükçe kendimden iğreniyorum.
I see my face... and feel loathing and horror.
Orada yüzüme bakınca aşağılanma ve korku görüyorum.
You will be able to see clearly, to understand, to see the loathing, the animal desire to expose your heart to the poisonous bite, to become more human.
Her şeyi apaçık görebilecek, anlayabilecek, nefreti, hayvani tutkuları anlayacak, kalbini zehirli ısırığa maruz tutacak, daha fazla insan olacaksın.
I spit in your face all the loathing I feel for you.
Sonunda senden ne denli iğrendiğimi yüzüne söyledim.
Certainly men can nurse a loathing of a traitor, conspire to murder him.
Hainden nefret edip onu öldürmek üzere bir araya gelmeyi kafaya takmış olabilirler.
Well, it almost seemed like self-loathing. She took to wearing a veil as if to hide herself from prying eyes.
Sanki meraklı gözlerden kendini gizlemek istermiş gibi bir peçe takıyordu.
I share your loathing, sire.
Nefretinizi paylaşıyorum, efendim.
Then you'll look for a new lover to free you from your loathing.
Seni bu nefretten bir kez daha kurtaracak yeni bir aşık aramaya başlayacaksın.
Mr. Rambal-Cochet has a loathing for beards.
Mösyö Rambal-Cochet, sakallılara tahammül edemiyor.
made me feel deep down inside an incurable loathing of myself.
en derinde kendime karşı iyileştirilemez bir nefret hissetmeme neden oluyordu.
Franz Biberkopf continues to drink in his loathing of the world, in his discontent.
Dünyaya olan nefreti ve hoşnutsuzluğu ile Franz Biberkopf içmeye devam eder.
She has a fear and loathing of anything abandoned.
Terk Gedilmiş yerlere karşı korku ve nefret duyuyor.
Sometimes I'd wish they'd just killed me, but my thoughts of hatred and loathing for the man who destroyed my life kept me going.
Bazen beni çabucak öldürmelerini diliyordum, fakat hayatımı mahveden adama karşı duyduğum kin ve nefret duyguları beni ayakta tuttu.
I felt his loathing invade me- - giving me pleasure. "
"Onun nefretinin bana verdiği zevk tarafından istila edildiğimi hissettim."
Your heart's filled with self-loathing.
Kalbin kendini tüketme isteğiyle dolmuş.
It's Sunday, your day off from self-loathing.
Ne istiyorsun? Bugün pazar Barry, kendine sevimsizlik yapmadığın gün.
I now know the true meaning of... loathing.
Şimdi iğrenmenin gerçek anlamını biliyorum.
What about "steamed loathing"?
Buharlı iğrentiye ne dersin?
Wrecked mucus foam of steamed loathing.
Yıkık bir mukus köpüğünde, hammaddesi buharlı iğrenti olan.
Loathing.
İğreniyorum.
I am filled with a sense of loathing and revulsion.
Nefret ve tiksinti hissiyle doluyorum.
- Self-loathing.
- Tiksindirici.
The general public's loathing, hatred and fear of homosexuals.
Toplumun homoseksüellerden nefret eden, kin duyan ve korkan genel durumuna bakalım.
You will at last pay your debt to me for caring for you when your mother ran away from me in fear and loathing.
İşte, benim çocuğum. Annen korku ve nefret içinde benden kaçtı, sonunda sana bakmamın karşılığını bana vereceksin.
Every Bajoran on the station looks at me with loathing and contempt.
İstasyondaki her Bajoryalı bana tiksinerek ve aşağılayarak bakıyor.
But I also know it can be unpredictable, unexpected, uncontrollable, unbearable and, well, strangely easy to mistake for loathing.
Ama aynı zamanda tahmin edilemez, beklenmedik, kontrol dışı, dayanılmaz olabiliyor ve garip bir şekilde hata yapmayı kolaylaştırıyor.
Well, who instilled the cheapness and self-loathing?
- Cimriliği ve kendinden nefreti kim aşıladı bana?
She'd leap and twirl on the stage, exuding this incredible sensual grace, while I sat there, a frozen smile on my face, loathing her for my own inadequacies.
Ben yüzümde donuk bir gülümsemeyle Oturup onu izlerdim. Sende hiç resmi var mı?
I've even lost affection for my son because he is associated with my loathing for you!
- Ona karşı sevgim azaldı. Çünkü sana olan nefretimi hatırlatıyor.
I'm a self-loathing macho thug Who needs some love somewarmth
Ben biraz sevgiye ve şefkate ihtiyacı olan kendinden tiksinen maço bir caniyim
As soon as I saw their ship, I felt this sudden... suspicion and loathing.
Onların gemisini görür, görmez, ani bir şekilde şüphe ve... nefret hissetmeye başladım.
Fear and loathing.
Korku ve iğrenme.
But you, your crude ambition fills me with self-loathing.
Ama sen, senin aptalca hırsların beni güldürüyor.
As I anticipated they shared my loathing for the current government and were willing to take on any assignment aimed at its destruction.
Tahmin ettiğim gibi, onlar da mevcut hükümet konusundaki fikirlerime katılıyorlar ve yok olması için ellerinden geleni yapmak isterler.
Yes, and all I had to do was add a little petty bickering and mutual loathing.
Evet, tek eklemem gereken de ufak çekişme ve ortak nefretti.
Yet its nosehole seems sad and full of self-loathing.
Burun delikleri ise üzgün ve kendisinden nefret eder gibi.
You know, when I hit Kathy Rockwell... when I realized I had taken her life... I was full of remorse, full of self-loathing, because I hadn't intended to kill her.
Biliyor musun, Kathy Rockwell'e çarptığımda... onun hayatını aldığımı fark ettiğimde... vicdan azabı duyuyordum, kendimi suçluyordum, çünkü onu öldürmek istememiştim.
It served as an unwelcome reminder of your ancestry- - the self-loathing you experience when you look in the mirror and see a Klingon.
soyundan hoşlanmayan bir anımsatıcı gibi iş gördü - - aynaya her baktığında ve her Klingon gördüğünde kendinden nefret ediyorsun.
Who said anything about self-loathing?
Kendinden nefret etme hakkında kim birşey dedi?
Your ruthless ambition, your private self-loathing... and that lost and lonely little girl inside.
Senin acımasız tutkunu, nefretini içindeki kayıp ve yalnız küçük kızı anlamam için.
It made sense to pool our collective loathing for the opposite sex... and while we were at it, we get to share a bed with somebody at the same time.
Karşı cinse duyduğumuz arzuları yatakta bir başkasıyla paylaşmak mantıklı geliyordu.
"7 : 00, wrestle with my self-loathing."
"7.00, kendini aşağılamayla boğuş."
If I bumped the loathing to 9 : 00, I'd have time to lay in bed stare at the ceiling and slip slowly into madness.
Aşağılamayı 9.00'a atsam, yatakta uzanıp tavana bakarak çıldırmaya vakit kalır.
So you got a boob job and went looking for a rich man with a bum ticker and waved a white flag in the face of your own self-loathing.
Göğüslerine estetik yaptırdın ve kalbi tekleyen bir zengin aramaya koyuldun ve içindeki nefretin karşısına geçip beyaz bayrak salladın.