Sans traducir turco
87,800 traducción paralela
Good luck.
Bol şans.
She had to know that there was a chance saving you would reveal her as a White Martian.
Seni kurtarmanın onuda Beyaz Marslı olarak ortaya çıkaracağı şansını bilmesi gerekiyordu.
Agent Schott, have you had any luck tracking Livewire or the people who took her?
Ajan Schott, Livewire'ın ya da onu kaçıranların izini takip etme şansın oldu mu?
And she gave me a two-for-one deal.
Ve bana bir alana bir bedava şansı verdi.
I want a second chance with you.
Seninle ikinci bir şans istiyorum.
We don't get second chances.
Bizler ikinci şans elde etmeyiz.
I'll take my chances on my own.
Kendi şansımı kendim deneyeceğim.
- Godspeed.
- Bol şans.
But don't throw away your shot, because you'll only get one.
Ama atış hakkını boşa harcama, başka şansın olmayacak.
I will respect you, just please, just give me another chance...
Sana saygı göstereceğim, lütfen bir şans daha ver.
Any luck? We lost.
Herhangi bir şans?
That's not luck.
Bu şans değil.
You didn't even give me the chance.
Bana şans bile vermedin.
Give him a chance to explain.
Ona açıklaması için bir şans ver.
You should have run when you had the chance.
Şansın varken kaçmalıydın.
Do you even understand the second chance you've been given?
Sana verilen ikinci şansı anlıyor musun?
Don't just throw that chance away,'cause many of us don't get one.
Bu şansı çöpe atma. Çünkü çoğumuzun olmuyor.
Just give her a chance.
Ona bir şans ver.
We have a chance to start again, Father.
Yeniden başlama şansımız var baba.
You believe that people can change and you gave them a chance to do it.
İnsanların değişebileceğine inandın ve bunu yapmaları için bir şans verdin.
I got lucky when I posted my first blog on Cadmus without your permission.
İznin olmadan Cadmus hakkında yazdığım ilk blogda şansım yaver gitti.
So, I am giving you one chance.
O yüzden sana bir şans veriyorum.
Can you show me how you did that?
- Nasıl yaptığını gösterme şansın var mı?
Oh, it was just kismet that I happened to be in D.C. with the Dalai Lama when the Daxamites invaded and I just hitched a ride with Olivia.
Daxamlı istilası sırasında şans eseri Dalay Lama ile birlikte başkentteydim Olivia'ya otostop çekeyim dedim.
At least with the positron cannon, we have a chance to save the people of National City.
Pozitron topuyla en azından National City halkını kurtarma şansımız var.
I came back to give you one last chance to do the right thing.
Sana doğru şeyi yapman için son bir şans tanımaya geldim.
It was a real "fuck you" from Jesus, huh?
Şansın yaver gitmemiş.
Well, good luck, then.
öyleyse bol şans.
Is there any way you can sell?
Satma şansın var mı?
He's still finding his footing. But he's scrappy and deserves the chance.
Hâlâ buradaki yerini arıyor ama kendini savunabiliyor ve bir şansı hak ediyor.
Jackpot.
Büyük şans.
You don't back into this job, Delorme.
Bu işte ikinci şans yok, Delorme.
Wish me luck.
Bana şans dileyin.
Good luck with the alimony.
Nafaka konusunda bol şans.
I mean, it's been a while since you last showed up for no reason asking questions, sniffing around, I mean, every chance you get for, let's be honest, tenuous reasons.
Yani, en son görüşmemizin üzerinden, vakit geçti sormaya gerek yok, etrafta gezinme, demek istediğim, her şans, dürüst olalım, zayıf nedenlerden dolayı.
I don't fancy your chances.
Şansını pek yüksek görmüyorum.
We have no choice.
Seçme şansımız yok.
The only chance we have to survive is if we work together.
Hayatta kalma şansımız varsa birlikte çalışırsak var.
Jack... I didn't get to say this before, so I need to say it now.
Jack bunu daha önce söyleme şansım olmadı.
If you don't, I die, and your only chance of getting rid of that monster goes with me.
Yoksa ölürüm. O canavardan kurtulmak için tek şansın da benimle ölür.
Finally, you have a chance to shed that frailty, just as I will shed this frail form.
Nihayet zayıflıklarınızdan kurtulma şansınız var. Tıpkı bu zayıf halimden kurtulacağım gibi.
He knows the Hollow's power, and he is our best shot at coming up with a plan.
Hollow'un gücünü biliyor ve plan bulmak için en iyi şansımız o.
Now, this is a chance, Klaus.
Şimdi bir şans var, Klaus.
This is probably the one chance that you got.
Muhtemelen eline geçecek tek şans.
And if you do get the chance, don't hesitate, all right?
Eline şans geçerse, tereddüt etme, tamam mı?
Now, you're gonna get one chance.
Şimdi, tek şansın olacak.
Yoli conepiya miquiliztli. We have no choice!
Başka şansımız yok!
This might be our one chance to get him out.
Bu onu ordan çıkarmak için tek şansımız olabilir.
I don't think I have a choice.
Seçme şansım olduğunu sanmıyorum.
Well, at least with the covens, it's a fight that you have a chance at winning.
En azından cadılarla savaşta kazanma şansınız olur.
You and your brethren have a choice.
Siz ve tarikat arkadaşlarınızın seçme şansı var.