Solve traducir turco
7,236 traducción paralela
We don't need you to solve our waxy eye problems.
Göz kuruluğu problemimizi çözmeni istemiyoruz.
Now my crew can take over that territory, single-handedly solve this little powder problem you have.
Şimdi benim adamlarım o bölgeyi alabilir böylelikle başında bulunan beyaz sıkıntın da kendi başına çözüme kavuşur.
If one thinks wearing a jacket will solve the problem, they are sadly mistaken.
Bir ceket giyerek sorunun hallolacağını sanıyorlarsa ne yazık ki yanlış sanıyorlar...
- Now Sue believes she has some other unfinished business that you have to go on a wild goose chase to solve.
- Şimdi Sue yarım kalan işinin başka bir şey olduğuna inanıyor ve bunu çözmek için saçma sapan uğraşacak olan sensin.
I'm trying to solve all
Bütün bu davaları...
I know how badly you want to solve this case.
Bu davayı çözmeyi ne kadar çok istediğini biliyorum.
Yeah, knowing the problem makes it feel easier to solve.
Evet, problemleri bilmek çözmeyi kolaylaştırıyor.
Enough to step forward and help us solve a case.
Öne çıkarak davayı çözmemize yardımcı olacak kadar güvendi.
Detective, I will solve this puzzle.
Dedektif, bu bulmacayı çözeceğim.
One I'll help you solve.
- Çözmene yardım edeceğimiz bir gizem.
But there are plenty more battles to be won, and one closer to home that I fear the Helicarrier won't solve.
Ama daha kazanılacak bir sürü savaş var. Ve yaklaşmakta olan bir tanesini de Helitaşır'ın durduramayacağından korkuyorum.
The dogs, all right, you gotta solve the case!
Köpekler, pekâlâ, olayı çözmen lazım!
All the doctors in the whole world, they couldn't solve this 30 years ago.
Tüm dünyadaki, tüm doktorlar 30 yıl önce bunu çözemediler.
Unfortunately, a letter wouldn't solve Jane's current problem.
Maalesef, Jane'in şu anki problemini bir mektup çözemezdi.
I mean, maybe the reason you can't solve it
Belki de davayı çözememenin sebebi
Or solve any of our problems.
Ya da hiçbir problemi çözmez.
That might not solve the problem.
Bu sorunu çözmeyebilir bile.
It's not healthy, and it doesn't solve our problems, does it?
Hiç sağlıklı değil ve problemlerimizi de çözmüyor. Değil mi?
I thought we were trying to solve Barry's mom's murder.
Barry'nin annesinin cinayetini çözmeye çalıştığımızı sanıyordum.
I mean, I know how desperate you are to solve your mom's murder.
Annenin cinayetini çözmeye kendini ne kadar adadığını biliyorum.
They're baffled, and the reason for that is what's happening inside Barry is a mystery, and they don't have the tools to solve it.
Şaşırıp kalmışlar. Bunun sebebi ise Barry'nin içinde olup biten şeyin gizemli bir şey olması. Bu gizemi çözmek içinse gerekli araç gereçleri yok.
Turning on each other won't solve anything.
Yanındakilere sırt çevirmek bir şeyi değiştirmeyecek.
~ What's that got to do with me? ~ He's poisoned my own wife against me, even though I tried to help him solve it.
- Soruşturmayı çözmesine yardım etmeye çalışmama rağmen kendi karımı bana karşı doldurdu.
I'm going to solve it.
Çünkü ben bu dosyayı çözeceğim.
I take on the victim's personality traits And have visions which i use to help solve their murders.
Kurbanın davranışlarını ve cinayetleri çözmek için kullandığım imgeleri alıyorum.
I could solve a little bit.
Biraz çözebildim.
To solve my mystery.
Gizemimi çözmek için.
Or are you actually getting information out of him that could solve open cases?
Yoksa hakikaten ondan, açık dosyaları çözmeye yarayacak bilgileri alıyor musun?
Maybe we'll solve this murder without you.
- Belki bu cinayeti sen olmadan çözeriz.
Enough to solve some serious problems and then some.
Ciddi problemleri çözmeye yeter de artar.
Solve this, P.I. lady.
Bunu çöz madem, dedektif hanım.
He could solve so many problems with his gift.
Yeteneğiyle o kadar çok sorunu çözebilirdi ki.
Oh. That's not gonna solve our media problems. Mark?
- Bu medya sorunlarımızı çözmez.
Obviously, the book is saying that when you've caused a problem, - you have to solve it!
Kitap, bir probleme sebep olduğun zaman onu çözmen gerektiğini açıkça söylüyor!
There's only one way to solve this problem.
Bu işi çözmenin tek bir yolu var.
You know, you have to solve every case, maybe throw yourself in front of a few cars to make sure a bad guy doesn't get away.
Her davayı çözmek zorundasın belki de kötü adamların kaçmadığından emin olmak için kendini birkaç arabanın önüne atmalısın.
I really do, but we have a murder to solve today.
Gerçekten ama bugün çözmemiz gereken bir cinayet var.
Well, what's to solve?
Çözek ne var ki?
Do you have a new mystery for me to solve?
Bana çözebileceğim yeni gizemler getirdin mi?
We'll solve the problem.
Sorunu çözeceğiz.
Think of the problems to solve before we get there.
O noktaya ulaşmadan önce çözmemiz gereken sorunları bir düşünün.
Yeah, I don't think you're gonna solve racism before dinner.
Yemekten önce ırkçılığı çözeceğini hiç sanmıyorum.
Just that he needed to solve all this.
- Tüm bunları çözmesi gerektiğini.
Is that the only way you solve a problem? Kill it?
Sorunu ortadan kaldırmak için tek yöntemin öldürmek mi?
Agent Kallus, you're certain this operation will solve our rebel problem?
Ajan Kallus bu operasyonun isyancı sorunumuzu çözeceğinden emin misiniz?
You know, he did this because he was hoping that we would be able to work together again, and he thought he might have some interesting cases to solve.
Bu işe beraber çalışacağımızı umut ederek ve çözecek enteresan davalar bulurum düşüncesiyle başladı.
Fine. Effective immediately, I'm hiring myself to solve this case.
An itibariyle ben kendimi bu davaya atıyorum.
So before she got into the limo, she ditched the purse outside the opera house, where I will find it and solve my case!
O da limuzine binmeden önce çantasını opera binasının dışında bir yere attı ki neresi olduğunu bulursam davamı çözerim!
But with a new headline. "wrongly-accused boyfriend helps solve case."
Suçsuz sevgili davanın çözülmesine yardımcı oldu.
Fastpass can't solve everything.
Hızlıgeçiş herşeyi çözemez.
It follows the same pattern, the murders Abigail Adams sought to solve...
Aynı sırayı izliyor.