Translate.vc / portugués → turco / Nó
Nó traducir turco
1,185 traducción paralela
E quando já fazia o segundo nó, começou a apaIpar-me o rabo por baixo da saia.
Kıravatı bağlamam az kalmıştı ki eteğimin altından kıçımı okşamaya başladı.
Estamos a sair do nó temporal.
- Zaman kütlesinden çıktık, efendim.
Cada vez que dou este nó, pergunto ao meu corpo :
Bunu ne zaman bağlasam, kendi vücuduma bir soru sorarım
Ata-lhe um nó. Vamos.
Bir düğüm at.
Primeiro fazemos este nó como deve de ser.
Önce şu düğüm işini halledelim.
Senti um nó no estomago e então... Bum! Eu vi.
Midemde bir sancı hissettim ve bam, gördüm.
Devíamos dar o nó?
Sence biz de birileriyle takılmalı mıyız?
Dão um nó na língua e no coração.
Dilinden çıkıp yüreğine ulaşıyor.
Negativo, ele activou um nó de dispersão.
- Negatif, dağıtma modunu aktifleştirdi.
Deveríamos dizer, "Você" activou o nó de dispersão.
Şöylede söyleyebiliriz, dağıtma modunu aktifleştirdiniz.
- larguem o quadro! - Que merda vamos nó fazer?
- Ne halt edeceğiz şimdi?
Entro num restaurante com um nó no estômago, dentes cerrados, mãos crispadas.
Bir lokantaya girerim. Karnım ağrır, dişlerim birbirine kilitlenir, yumruklarım sıkılır. Orada bir yabancı gibi dururum.
Queres saber do nó da gravata?
Kravatımı da nasıl bağladığımı duymak ister misin?
Ele sozinho, ficou firme, e sentiu a dor do seu coração como um nó na garganta e excluiu o resto.
Yalnızca yutkundu ve kalp acısının boğazından kayışını hissetti ve oraya hapsetti.
Faz-me o nó, que eu trato do resto.
- Sen ipi bağla.
- Mas o nó está bem feito.
- Bu iyi değil... - Evet.
Eu e aqui a patroa decidimos refazer o nó, em termos metafóricos.
Ben ve küçük bayan sorunlarımızı çözeceğiz ve düğümü tekrar bağlayacağız.
- Tento fazer um nó de amarrar caixas.
- Kutu bağı yapmaya çalışıyorum.
E se estivesses na floresta, aparecesse um urso e estava muito escuro, estás sozinho e prestes a ser comido, e precisasses fazer um nó de amarrar caixas com as mãos de bebé "tremeliques" para te salvares, mas não o conseguisses fazer?
Ya ormanda olsaydın, hava kararmış olsaydı ve bir ayı seni yemek üzere olsaydı ve kıçını kurtarmak için titreyen minik bebek ellerinle kutu bağı yapman gerekseydi ve yapamasaydın?
Não sabes fazer um nó?
Düğüm atamıyor musun? İşte bu yüzden her şey sarpa sarıyor!
- Que grande nó.
- Ooh, evet, burası kaskatı.
Ele está a apertar o nó à volta do próprio pescoço.
Kendi ipini kendisi çekiyor. Önemsemiyor.
Agora, vou dar-te de comer, pois tens as mãos num nó e não consegues segurar nos talheres.
Ellerin çok kötü durumda olduğu için çatal bıçak kullanamazsın. O yüzden yemeğini ben yedireceğim.
- Um nó laço...
- Yıpranmış bir düğüm...
"pareces uma daquelas mulheres dos cartões de Boas-Festas'. " Mas não disse nada por causa do nó na minha garganta.
"Ancak Yılbaşı kartlarında görebileceğin o kadınlar kadar güzelsin", demek istedim ama boğazım düğümlendiğinden, tek bir laf bile edemedim.
Prolongar o nó da forca até à cintura.
İlmiği bele kaydırmak.
- Está pronta para dar o nó?
- Tamam. Evlenmeye hazır mısınız?
Fazem que um médico dita onde deve estar o nó da forca, dependendo do peso ou altura da pessoa. Para que o nó rompa o pescoço no lugar correto?
İlmekteki düğümün nerede olacağına karar vermesi için doktor getiriyorlar, kişinin boyuna veya kilosuna bağlı olarak değişiyor, böylece ilmek boynu doğru yerinden kırıyor?
A maioria não fica acesa muito tempo antes do nó, mas a maioria das mulheres está acesa desde o nascimento.
- Işıklarını acık tutan ve fazla beklemeyen erkekler, doğduğundan beri müsait olan kadınlara karşı.
O nó no estômago quando te estás a preparar para a guerra?
Yani savaşa hazırlanırken karnında oluşan o düğümlenmeyi de mi?
- Da cutícula ao nó do dedo!
- Tırnağımın dibinden parmak boğumuma kadar.
Consigo fazer um nó num caule de cereja, com a minha língua.
Dilimle kiraz sapını düğümleyebilirim.
Mostrei-lhe os meus brinquedos... o meu nó de forca, entre outras coisas.
Ona oyuncaklarımı gösterdim... diğerşeylerin yanı sıra asma düzeneğimi.
Sim, pendurado duma janela, nu, com um nó à volta do pescoço.
Evet, boynuna bir ilmik geçirilip çırılçıplak pencereden atılmıştı.
E se me condenassem, estariam a apertar o nó nos seus próprios pescoços.
Ve eğer benim suçlu olduğuma dair oy kullanırlarsa aslında ilmiği kendi boyunlarına atacaklarını söyledi.
Ele ainda não aprendeu a dar o nó nos atacadores?
Öğrenecek... Ama sen bırakmazsan nasıl öğrenecek?
e que deram o nó vestidos à Storm Troopers.
Star Wars karakterleri gibi giyinmişsiniz.
"Vamonos, amigos", sussurrou ele... "... e passou a presilha de couro pelo nó corrediço da sela.
'Gidelim millet,'diye fısıldadı ve deri ceketini eğerin üzerine gelişi güzel fırlattı.
Como se alguém tivesse amarrado suas mãos e pés. Não acha o nó.
Biri seni bağlamış ve düğümü bulamıyormuşsun gibi.
É uma espécie de nó no espaço.
Bir çeşit uzay düğümü.
Então, e o meu empréstimo? Sim, bem... Parece que financeiramente, há uma espécie de nó.
Evet... görüldüğü kadarıyla, finansal olarak, biraz karışık bir durumdayız.
Você poderia cortar o nó com uma tesoura.
Ve düşündüm ki o karışıklığı siz bir makasla kesebilirsiniz.
Passar a tesoura no nó.
Bilirsiniz, yani kredinin makas olmasıyla?
Tenho um nó na garganta.
Ahmak Lemkin.
vamos fazer um bom nó, a ver se deixar de sangrar.
Dikelim. Bakalım kanama duracak mı?
- Sabe enterrar um nó?
Düğümü nasıl yok edeceğini biliyor musun?
- Estou até o nó de Krasacs!
Yeter artık sabrımı Krasac Yayına taktım bile
Quem fez aquele nó?
Düğümü kim attı?
Tudo começa com um nó!
Düğüm yüzünden!
Tens as mãos feitas num nó.
Ellerinin derisi kırış kırış olmuş.
Inventei uma cerimónia de prémios. NÓ NO CABELO
SAÇ KARIŞMASI