Filme traducir inglés
3,140 traducción paralela
Ama bu adam, kadınları ve modern Japonya'yı daha cesurca filme alır.
But this man was even bolder in his portrayal of women and modern Japan.
Wexler kamerasını, sanki filme çekilen bizmişiz gibi, izleyicilere döndürür.
Wexler turns the camera directly on the audience. As if we are being filmed.
Hopper, modern teknikleri filme yığar.
Hopper hurled modern techniques at his film.
Bu filme bayılacaksın.
You're really going to like this movie.
Filme ne oldu?
What happened to the movie?
Tashlin, tüketimciliği kaba ve göze nahoş görünür bulur. Bu yüzden, çizgi filme benzeyen korkunç filmler yapar.
Tashlin found consumerism vulgar and offensive to his gentle eye so made lurid films like this one which looked like a cartoon.
Altman zum yaptığı ve ırak mercek kullandığı için oyuncular filme alınıp alınmadıklarını fark etmez.
And because Altman used zooms and long lenses, actors weren't even sure if they were on camera or not.
Forman'ın, komünist Çekoslovakya'da filme başladığını görmüştük.
As we've seen, Milos Forman started making films in communist Czechoslovakia, like this one, The Fireman's Ball.
Ama aptal eleştirmenler filme fiyasko der, yerden yere vurur.
But the stupid critics called it a fiasco, and it bombed.
Yanlış filme koymuştum!
I put it on the wrong film!
Nazilerden kaçmış olan soldaki Felix Bressart ise filmin kahramanı değil. Ama mantığı ve espritüelliği filme güzellik katar.
Felix Bressart on the left, who fled the Nazis, is not the hero of the piece, but his logic and humor provide the film's beauty.
Sanırım benim seçeceğim bir filme gitme vaktimiz geldi.
I think it's about time I picked a movie we see.
Genç, çalışan sınıftan bahçıvanıyla aşk yaşadığı için toplumdan dışlanan bir kadını anlatan, orkestral müzikli bu güzel, romantik Amerikan filmini, "Her Şey Senin İçin" i aldı daha ihtişamsız daha az güzel bu filme dönüştürdü :
So he took this beautiful, romantic American film, with sweet, orchestral music, All that heaven allows, about this woman who's shunned because she has a romance with her younger, working class gardener. And remade it as this far less glossy, less beautiful movie, Fear eats the soul [Angst essen Seele auf].
Yine Amerika'da önemi olan bir yeri, doğal ışık altında filme alır.
Again, he's using an iconic American location. He shoots in natural light.
Sarsılan el kamerası ve kelimeler seli, filme vakur bir hava verir.
The jostled handheld camera and torrent of words make fiction film look staid.
Filme gitmeyeceğinize söz vermiştiniz!
! You promised me you weren't gonna see the movie!
Hayatımı filme aktardım.
I based a lot of my life on movies.
Tayvanlı Ang Lee'nin "Kaplan ve Ejderha" sı bu filme selam gönderir.
Taiwanese director Ang Lee's Crouching Tiger, Hidden Dragon [Wo hu cang long] was a homage to him.
Yavaş çekim filme alınan vücudu bir tür adale hiper-gerçekliğidir.
His body, filmed in slow motion had its own kind of muscular hyperrealism.
Sakince aksiyonu filme alır, dövüşün dışında kalır.
It patiently recorded the action, it stayed out of the fight.
Şahin, yayını seyreden oyuncuları filme alır. Dehşet.
Chahine films his actors watching the broadcast.
Bir el kamerasının geniş açı çekimi, korkunun tırmanışını filme alır.
A handheld wide angle shot captures the rush of fear.
Tian, yavaşça hareket eden Budist keşişleri filme alır.
Tian films Buddhist monks in subtle slow motion.
Başladığımızda gelecekte bir yer edinebilecek miyiz diye düşünmeden fazla analiz yapmadan, öyküler filme almaya başladık.
When we started we really had no idea of the future. Yeah, that there was any place for us, we didn't really analyze it a whole lot.
Modern hayattan gelen bu cesur öyküyü Carax devasa bir filme dönüştürür.
Around this gritty truth about modern life, Carax built his gigantic film.
Doğal ışık ve sakin bir tempoda geçen zamanı ve anın lezzetini filme alır.
Natural light and a gentle pace to capture the passing of time and the delicacy of the moment.
Olayları, saldırganın, yani kendisinin bakış açısıyla filme çeker. Daha da ilginci, daha önce hiç film çekmemiş polisten olayları kurbanın, yani kendisinin bakış açısıyla çekmesini ister.
He recreated the events on camera from his, the attacker's, point of view, and, even more unusually, he asked the policeman, who of course had never made a film before, to recreate them from his, the victim's, point of view.
İkinci filmde sabit kamera ve doğal konuşma kullanır. Hüseyin'le tanışmasını ve öyküsünü dinleyişini filme alır.
Here in the second film, using a static camera and naturalistic dialogue, Kiarostami depicts himself meeting Hussein and hearing this story.
"Zeytin Ağaçları Altında", Hüseyin'in sevdası hakkındadır. Aynı zamanda, Kiyarüstemi'nin Hüseyin'in sevdasına duyduğu sevdayı bunu filme çekme çabasını ve karmaşık gerçeklik tabakalarının nasıl filme çekileceğini, kameranın hayatı nasıl değiştirdiğini anlatır.
Through the olive trees [Zire darakhatan zeyton] was about Hussein's infatuation but also, you could say, about Kiarostami's love of his love and how he tried to film it, and how cinema can film the complex layers of reality.
Denis, Afrika'da yetişmiştir ve bu filme hayrandır. Filmde asi gençler öküzleri öldürüp boynuzlarını motosikletlerine takar.
Denis grew up in Africa and greatly admired this film, in which the rebellious young man slaughters oxen then puts their horns on his motor bike.
Jean-Luc Godard, "Sinema tarihi" "kadınları filme çeken erkeklerin tarihidir" demişti.
Jean-Luc Godard said that the history of cinema is the history of men photographing women.
Ama "İyi İş" te bir kadın, erkekleri, Fransız lejyonerlerini filme alır.
But in "Beau Travail," a woman photographs men.
İnsanları filme çekmenin, sinemanın en güçlü yanı olduğunu bu basit gerçeği şu cesur filmde görürüz.
And this film boldly shows the simple fact that photographing human beings is one of cinemas great strengths.
Kameramı kapıp onu filme alıyorum.
I get my first camera to film Gilbreel.
Köye bir şeyler olduğu zaman içgüdüsel olarak filme çekerim.
When something happens in the village, my instinct is to film it.
En büyük oğlum Muhammed beni filme çekmeyi seviyor.
My oldest son, Mohamad, likes to film me.
Filme çekme!
Don't film this!
Filme almayın deme bize!
Don't tell us not to film!
Bırakın Emad filme çeksin.
Let Emad film.
Neden beni filme çekiyorsun?
Why are you filming me?
- Filme çek onları.
- Film them.
- Filme çekmek için iznim var.
- I have permission to film.
Filme çekmeyi bırak!
Stopo filming!
Filme çekerse kemiklerini kırarım!
if he films, I'll break his bones!
Kardeşimin tutuklanmasını filme alıyorum.
I film my brother Khaled's arrest.
Filme almayı bırak.
Stop filming.
- Filme almayı bırakmanı rica ediyorum.
- I ask you to stop filming.
- Gazeteciyim, filme alabilirim.
- I'm a journalist, I can film.
Örneğin şu filme bakın :
Mohammad :
Sanki filme çekilen şeyler kutsaldır.
As if what it films is sacred.
Askerlerini filme çek!
Film your soldiers!