Olanaksız traducir inglés
679 traducción paralela
Dinle, niçin gidip evden saat 23 : 00'te kaçacak ve bir soyguncu gibi davranacak birini bulması ve kendisine bir tanık sağlaması olanaksız olsun.
Listen, why couldn't he go out and hire somebody to run out of the house at 11 : 00, pretend to be a burglar. Provide him with an alibi.
"Her halükarda,'olanaksız'ın... "... tüm beklenenler içinde... "... en ihtimal dahilinde olduğu bir düşmanla meşgulüz.
In any case, we are dealing with an opponent where the improbable is the most likely of all things expected.
Olanaksız değil.
It is by no means hopeless.
Olanaksız.
That's impossible.
Malın kalitesini küçümsemek aptalca olur... ama şartlarınız olanaksız.
It'd be foolish to belittle the quality of the merchandise... but your terms are impossible.
- Olanaksız.
Not a chance.
Bu da olanaksız.
But that's impossible too.
Bugünlerde alışveriş olanaksız.
Oh, shopping's impossible nowadays.
Bu resmen olanaksız.
It's downright impossible.
Bu uğursuz yerde gözümü kırpmam olanaksız.
I won't be able to close my eyes in this sinister house.
onu bizlerden birinin getirmiş olması olanaksız.
Well there's one thing we can be sure of, none of us could have brought it.
Kim olduğunu söylemek olanaksız.
Can't tell who it is.
Gizli olarak, Bay Holmes, böyle bir hareket tartışıldı fakat dolaşımdaki bütün beş sterlinlik banknotları değiştirmek üstesinden gelinmesi olanaksız bir iş olacaktı. Bu güne kadar da bu konuda hiçbir şey yapılmadı.
Confidentially, Mr. Holmes, such a move was discussed but replacing all the five pound notes in circulation would be such a herculean task that nothing's been done about it as yet.
Maalesef böyle bir şey olanaksız.
I'm afraid that will be impossible.
Bana bir ipucu veriyor ve biliyor ki, onu kontrol etmem olanaksız.
He gives me a lead and knows I can't check up on it.
Olanaksız, Kelly.
It's impossible, Kelly.
Onların kesin olarak kabulü neredeyse olanaksız.
They could hardly be called conclusive.
# Bir büyü ki, tarifi olanaksız.
A spell you can't explain
Olanaksız. Burada dört milyon kadın var.
There are over four million women in New York City.
Bu kadar sık tek başıma çekip gitmek benim için olanaksız.
Unable to return soon.
Kaçmak olanaksız, ama adanın karşı tarafına geçebilirsem belki...
Escape is impossible, but if I can get to the other side of the island, perhaps...
Bu olanaksız.
It's impossible.
Gerçekten korkunç olur. Telafisi olanaksız.
That would be really terrible lrreparable
Bu şartlar altında, korkarım bu olanaksız.
Under the circumstances, I'm afraid that's impossible.
- Ben olanaksız olduğunu söylemezdim.
Well, I wouldn't say it's out of the question.
- Harry Pebbel bütçesi üzerinden, bir top yıldız bulmak olanaksızdı
On a Harry Pebbel budget, a top star was out of the question.
Bilim hiçbir şeyin olanaksız olmadığını öğrendi.
Science has learned that nothing is impossible.
"Bilim hiçbir şeyin olanaksız olmadığını öğrendi."
"Science has learned that nothing is impossible." Gather round, lads and lasses.
Bu olanaksız.
That's impossible.
Adımın ve itibarımın düzelmesi olanaksız.
My name and reputation already are hopelessly bad
Römorkla çekmek olanaksız.
There's no room for a tug.
Olanaksız!
Is impossible!
Efendim, bu olanaksız?
Sir, that's impossible.
Orduda, olanaksız diye birşey yoktur.
In the Army, nothing's impossible.
Biz burada olanaksız olan işleri yapıyoruz.
We've been doing things that are impossible.
Madem ki benden daha yakışıklı olanları ezmek, azarlamak ve yönetmek dışında bu dünya zevklerinden tat almam olanaksız, ben de tacı ele geçirme düşünü kendime cennet yaparım.
Then, since this earth affords no joy to me... but to command, to check... to o'erbear such as are of better person than myself...
Her gece bir cinayet sahnelememiz olanaksız.
It's impossible for us to stage a murder every night.
Cinayeti bir kez düşünmeye başlayınca, durmam olanaksız.
Once I start thinking about it, I can't stop.
Genel olarak ben oldukça iyi tabiatlı biriyim, Seymour, fakat seninle zaman geçirmeyi ve öyle kalmayı olanaksız buluyorum.
Ordinarily I'm a fairly good-natured person, Seymour, but I find it impossible to spend any time with you and remain that way.
Şey, olanaksız.
Well, that's impossible.
Anlaman olanaksız, Kral.
You wouldn't understand, King.
Tamamıyla olanaksız.
It's absolutely out of the question.
Fakat olanaksız!
But that's not possible!
Tamamıyla olanaksız, Müfettiş.
That's quite impossible, Inspector.
Froy ve Lord Sorrington'un doğruyu söylemeleri olanaksız.
Froy and Lord Sorrington can't both be telling the truth.
Gösterimizin yıldızına, Bayan Paisley'nin kedisi, Stanley'e gelince, Görev hattında aşağı indi, gösterimizin hayata geçmesini olanaksız kıldı.
As for the star of our show, Miss Paisley's cat, Stanley, he went down in the line of duty, making a revival of our play impossible.
Bu hiç de olanaksız değil.
That's not beyond the realm of possibility.
Olanaksız!
It's impossible!
Üzgünüm, Bayan Parker, fakat bu olanaksız.
I'm sorry, Mrs. Parker, but that's impossible.
Bir yol bulacağız. Fakat bu olanaksız.
But that's not possible.
Olanaksız.
Impossible.