English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / turco → inglés / [ T ] / That

That traducir inglés

3,919,875 traducción paralela
Bu da ne...
What is that?
Farklı saç tipleri ve imajlar ama bu aynı kişi.
Different hairstyles and facial hair, but that's the same person.
Ama, şimdi bahsettiğin şey...
But now that you mention it- -
Bu gerçekten imkansız!
Well, that's simply impossible.
Bize bahsettiğin şu "düşman"... - Bu adamı mı kastediyorsun?
This enemy that you've told us about, are you talking about this man?
Ama paylaştıkları ortak bir özellik var : Ölümsüzlük.
Their race and nationality vary, but there's one specific trait that they share, immortality.
Babam bu konuyu yazdı.
My father wrote about that. No way.
Mümkün değil. Yani, onların da bizim gibi cyborg olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?
You mean, you're saying that they're all cyborgs, the same as we are?
Boş verin şimdi onu.
Forget about all that.
Yüzyıllardır insanoğlunun bir grup ölümsüz tarafından manipüle edildiğini mi söylüyorsun?
That's some conspiracy theory. You're saying that for centuries, mankind's been manipulated by a band of immortals?
Buna inanmak çok mu zor?
Is that so hard to believe?
Hiç böyle bir şey duymuş muydun?
You ever heard of something like that?
Ne demek o?
What do you mean by that?
Doktor, o alet radyo sinyalleri yayıyor.
[gasps] Doctor, that object is emitting radio signals.
Bazı önemli dokümanları arabada bırakmıştım!
I left some important documents in that car!
Çok güzel bir sloganmış Harvey, ama gerçekte ne demek bu?
- That's a hell of a slogan, Harvey, but what does it actually mean?
Eğer bu davayı kaybedecek olursam hakkımda yazılacak olan tek şey zaten ilk başta avukat olmamam gerektiği olacak.
- If I lose this case, the only article that's gonna get written is that I never should've been able to practice law in the first place.
Şirketi bu şekilde zayıflatmamız doğru olmaz.
We can't water down the firm like that.
Bunun beni ne kadar mutlu ettiğini hayal bile edemezsin.
- I can't tell you how happy that makes me.
Harvey sana söyledim bir kereye mahsus bir şeydi o.
- Harvey, I told you, that was a one-time thing.
Bunun beni etkilememesini nasıl sağlayacağım!
How the hell am I not supposed to let that overwhelm me?
Pekala... Şunu hiç düşündün mü? Bu Alex denen kişinin Harvey'le arana girmesinden endişelenmek yerine bunu yeni bir arkadaş edinme fırsatı olarak görebilirsin.
- Well... has it occurred to you that instead of worrying this Alex person is going to come between you and Harvey, you could use this as an opportunity to make a new friend?
Bu hayatımda duyduğum en aptalca şey.
- That's the dumbest thing I've ever heard.
Olabilir de olmayabilir de ama gördüğüm kadarıyla bir tane fazla ya da bir tane az arkadaş sahibi olma ihtimalin var.
- Be that as it may, as I see it, you have a chance to have one more friend or one less friend.
Yüzündeki değişik sırıtışı fark etmedin mi yani?
- You telling me you didn't notice that grin on her face?
O halde neden Klein Robinson sözleşmede birkaç son dakika değişikliği için aradı?
- Which is why Klein Robinson thought that I wouldn't mind if they put a few last-minute changes in the contract.
Hakkında etkileyici bir makale yazılmış avukatlık bir işmiş gibi geliyor kulağa.
- Now that sounds like the impressive young lawyer I read about in the article.
Hem senin hem o bitkinin.
And that plant.
Yanlış başlangıç kısmı tam orası olabilir.
- Yes, perhaps that's the foot we got off on.
Biliyorum, bunun için evde çılgın atacak iki tekirimiz var.
- Oh, I know. - We've got two tabbies at home that are gonna go crazy over that bad boy.
Bir yerlerde bir yanlış olduğunu düşünürdüm.
- I'd think that there might be something wrong.
Ama gerçekte olduğu anlamına gelmiyor.
But that doesn't mean that there is.
Çünkü şirketimle böyle davalar alabilmek için anlaşma yaptım. Ama sadece böyle davaları alamam.
- Because I have a deal with my firm that allows me to do cases like this, but not only cases like this.
Bay Ross en son konuştuğum avukatın bana söylediğine göre en geç iki hafta içinde dava açmam gerekiyormuş.
- Mr. Ross, the last lawyer I talked to said there was some kind of a statute that says I only have another two weeks to file a lawsuit.
Biliyorum. Benim de paralegalken araştırma üzerinde uzmanlaşmak gibi bir hedefim yoktu.
- I know that, just like I didn't want to be a paralegal specializing in research for as long as I was.
Ama geçen sene bir davamızı sırf araştırmada iyi iş çıkardığım için kazandık.
But it turns out we had a case last year that we only won because I was outstanding at research.
Elimde dosyalama gerektiren bir dava daha var ve bunu özellikle senin için ayırdım.
Because I have another case that requires some procedure to be catalogued, and I put it aside especially for you.
Bu sefer bunu Jason'a yaptırmayacağına dair söz vermeni istiyorum Stephanie.
But Stephanie, I want your word that you won't pawn it off on Jason.
Zagat'ta falan mı okudun bunu?
- Did you read that in "Zagat's"?
İyi de bu hiç mantıklı değil.
- That doesn't make sense.
Ayrıca bunu bulmamın sebebi seni dinleyip röportajı yapmış olmam.
Also, the only reason I found out about it is I took your advice and did that interview.
Davamı bırakmanın suçlusu ben mi oldum yani?
- So it's my fault that you're dropping my case?
Evet öyle diyebiliriz.
- Yeah, I like to look at it that way.
Şunu ilk başta söyleseydin ya!
- Why didn't you tell me that in the first place?
Evet, neden ki? Bir sorun mu var?
- Yeah, is that a problem?
Onun için aramıştım Louis.
- About that, Louis.
Bugün öğle yemeğine çıkamayacak olmamız iyi oldu sanırım.
I... I think it's probably best that we don't have lunch today.
Onun ev çiçeği olduğunu bilmiyordum.
I never knew that was an indoor plant.
- Neden böylesin sen?
- Why you gotta be like that?
O ne?
What's that?
Barış için geldim.
- No, Donna, it's not like that. - I come in peace.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]