Zorundaydı traducir inglés
8,729 traducción paralela
İnanmak zorundaydım.
I've had to believe it.
O gece gittiğin her yerde evet demek zorundaydın.
That's a night where you go out and you say yes to everything.
Joan Grody mutlaka ismini değiştirmek zorundaydı, Mikey.
Joan Grody should have left you in charge of names, Mikey.
- Yapmak zorundaydım. - Tamamdır.
- I had to do it.
- Yapmak zorundaydım.
- Copy that.
Söylemek zorundaydım.
I had to.
Yapmak zorundaydı biliyorsun.
You know he had to.
Böyle olmak zorundaydı.
It had to be this way.
Uyum sağlamak zorundaydı.
Well, he had to fit in.
Kahraman olmak zorundaydın değil mi?
Just had to be a hero, didn't you?
Kamyonların bir süre daha durması için beklemek zorundaydık. İki, üç dakika kadar.
We had to wait until the truck had stopped for a few moments two or three minutes.
Dumanlar kamyondan çıkıyordu ve biz beklemek zorundaydık.
And fumes were coming out of the trucks and we had to wait.
Yakmak için kullanılan odunları almak için oraya gitmek zorundaydık.
We had to go there in order to take the wood which was... To the witness. Take one.
Ona söylemek zorundaydım, Thomas.
I had to tell him, Thomas.
Orosco'nun kaçmak için şansı olduğunu düşünmesi için bunu yapmak zorundaydık.
We had to make Orosco feel like he had a chance to get away.
Sormak zorundaydım.
I have to ask.
Bunu Clausten denen adama vermek zorundaydım.
Yeah. I got to hand it to this Clausten character.
Zorundaydım.
Had to do it.
Seni bulmak zorundaydım.
I had to track you down.
Yardım etmek zorundaydım.
I had to help him.
- Zorundaydım.
- I had to.
Yapma ama, Terry, Ona yardımcı olmak zorundaydım.
Come on, Terry, I had to try and help him out.
Sonunda iyi niyetimize vermek zorundaydık.
And eventually, we... you know, we had to give it to Goodwill.
Ve sonuç olarak yoluma devam etmek zorundaydım. Tamam, haklısın.
But I did some soul searching, and eventually, I had to move on.
O çocuk neden ölmek zorundaydı?
Why did that kid have to die?
Anlayacağınız üzere intikam vazifemde bana katılmadan önce sadakatinizden emin olmak zorundaydım.
You see, I had to be certain... you were loyal men... before I could trust you to join me on my quest for vengeance.
Bu dünyada her şeyi kendim kazanmak zorundaydım.
I had to earn my way in this world.
- Hayır, zorundaydık.
Yeah, we did.
Geçen gece gerçekten de telefonumu şarja takmak zorundaydım.
- Listen, about the other night, I really did have to charge my phone.
Bir sürü kötü insanla tanıştım çabuk olgunlaşmak zorundaydım.
Met a lot of, uh, bad people, had to grow up fast.
Seni görmek zorundaydım.
I needed to see you.
Zaten terk etmek zorundaydım.
I'd have had to move on regardless.
Üzerinde "ben buradayım" yazılı TIE mekiğini almak zorundaydın!
We had to take the TIE that has a bull's-eye painted on it!
Yani, çocuklarımızı aldıklarında gizlilik anlaşması imzalamak zorundaydık, bu yüzden...
Well, when they took our kids, we had to sign those, uh... Nondisclosure agreements, so...
Uzaklaştırma aldın, bir şeyler söylemek zorundaydım.
You've been suspended. I had to give him something.
- Kitabı almak zorundaydım.
I had to get the book.
Birşeyler yapmak zorundaydım.
I had to do something.
- Dikkatli olmak zorundaydım.
I had to be careful.
Onun geleceği var olmak zorundaydı.
Exist.
Bütün ailesine bakmak zorundaydı.
He had to support his entire family.
Ailesi hastaneye geldiğinde... onlara onun öldüğünü söylemek zorundaydım.
When his parents came to the hospital... and I had to tell them he was... that he was dead.
Yanmış bir bilgisayar dosyası bıraktı, Nina da onu bulmak zorundaydı, tamam mı?
He left it buried in some computer file that Nina had to find, okay?
Ama bu kasabada, hayatta kalabilmek için uslu durmak zorundaydım.
But in this town, I had to play nice to survive.
Kendimi kanıtlamak zorundaydım.
[sighs] I had to prove myself.
- Bir yere uğramak zorundaydım - Affedildin.
- I had to make a stop along the way.
Sıçtı batırdı ancak Seth'i öldürmek zorundaydı.
Hey, he screwed up, but he had to put Seth down.
Ben, denemek zorundaydım.
I had to try.
Yapmak zorundaydım.
I had to.
- Zorundaydım!
- I had to try!
- İşimi yapmak zorundaydım, Katya.
I had to do my job, Katya.
Herkes Cruise'a "efendim" demek zorundaydı.
Everyone had to call cruise "sir."