Plena traducir español
2,759 traducción paralela
Dolunay zamanı ormandan bahsediyoruz, bebeğim.
Está en los bosques en plena Luna llena, cariño.
Zamanı gelince zirvede olacaksın.
Estarás en plena forma en el momento justo.
- Nasıl yani? Bizi aptal yerine koydular.
Nos engañó a plena luz del día.
Eğer orada olmaktan mutlu olursa yaptıklarımız gerektiği gibi çalışırsa herşeyden emin olurum
Si está feliz, estará ahí. Tengo plena confianza de que si las cosas funcionan a nuestro favor volveremos con un resultado.
Dylan, bence talebini geri çekip tüm velayeti bana vermelisin.
Dylan, creo que deberías revocar tu demanda y otorgarme la custodia plena.
İki gözü de çıkarmak zaman alır ve bu, gün ortasında bir otoparkta yapıldı.
- Es de elevado riesgo. Lleva su tiempo llevarse los dos ojos, y lo ha hecho en un aparcamiento en mitad del día, a plena luz.
Şu anda onları Kale'deki tuzaktan çaresizce kaçmaya çalışırlarken buluyoruz.
Ahora están en plena huída, desesperados por salir de la trampa que es la Ciudadela.
Dokuz yaşındaki erkek kardeşi hemen oradaymış çimenliğin önünde ve güpegündüz olmuş.
El hermano de nueve años estaba justo ahí delante del jardín a plena luz del día.
Kardinal beni gecenin bir köründe çağırıyor. Bunun sebebi nedir?
El Cardenal me mandó llamar en plena noche. ¿ Hay alguna razón?
Herkesin görebilmesini sağlamak için kendini öne atıyorsun.
Te colocas ahí fuera, a plena luz, para que todos te vean.
Gün ortası işten çıkıyorum, bir de komplimana hiç ihtiyacım yok.
Yo dejo mi trabajo en plena tarea, así que ahórreme elogios absurdos.
Bir kapıdan geçerken birinin beyzbol sopasını suratına indirip seni gafil avlaması gibidir.
Es como si sales por la puerta y alguien te diera con un bate de béisbol en plena cara sin que te des cuenta.
Ama bütün bu hissettiklerini kendinle birlikte savaşa taşıyamazsın.
Pero no puedes cargar con todo eso en plena lucha.
Tam güç, madam.
Plena potencia, señora.
Güpegündüz seni alıp, gideceğim.
"Yo te llevaré conmigo en plena luz del día".
- Ben adalet sistemimize sonuna kadar güveniyorum.
Tengo plena confianza en el sistema jurídico.
Kadın da her şeyi açıklayacağını söyleyerek tehdit etti.
Ella amenazó con contar todo en plena campaña.
Çin Mahallesi'nde eski durumuna geri dönebildiğin için memnunum.
Sabes, me alegro de que te hayan devuelto la plena categoría en Chinatown.
bütün yetenekleriyle kutsal şehrimizi savunacaklarına güveniyor.
Tiene confianza plena en su habilidad para defender la Santa Sede.
Ve Kardinaller Heyeti de aynısını yapacak, adı gibi emin.
Y tiene confianza plena en que el Colegio Cardenalicio hará lo mismo.
St. Peter tam ihtişamında. Roma'nın Papası resmi kürsüsünde. Sistine Şapeli korosu şarkı söylüyor.
San Pedro está en su plena gloria el Papa de Roma en su trono el coro de la Capilla Sixtina cantando hace que broten lágrimas de los ojos, Cardenal Borgia.
Lord Sforza gerçeği erkekliğinin gücünü Leydi Lucrezia ile birlikte, kilise avukatlarının önünde kanıtlayabilir.
Lord Sforza podría demostrar la verdad de su afirmación de plena capacidad sexual con la señora Lucrezia ante un grupo de abogados canónicos.
İki gözü de çıkarmak zaman alır hem de güpegündüz bir otoparkta.
Lleva tiempo sacar los dos ojos, y se hizo en un aparcamiento en el centro y a plena luz del día.
Güpegündüz kaçırdı.
Ha ocurrido a plena luz del día.
Beyler, açık konuşmayı severim.
Caballeros, aprecio la discusión franca y plena.
Gizlenmek için sirkimsi bir şey kullanıyorsunuz demek.
Fae, ocultos a plena vista como peeps circo.
Çocukları sokaklarda yakalayıp, öldüren bir hayalet.
Un fantasma que rapta niños en plena calle y los mata.
Sam silahın açıkta olduğunu söyledi.
Sam dijo que el arma estaba a plena vista.
Bildiğimiz açıkta mı, yoksa Sam'e göre mi açıkta?
¿ A plena vista plena vista o a plena vista de Sam?
Central Park'ta güpegündüz. Böyle şeyler turistleri korkutuyor.
Bien, ya sabes, se trata de Central Park, a plena luz del día... el tipo de cosa que espanta a los turistas.
Bakteriler cirit atıyor.
Se están escondiendo a plena vista.
Waikiki'de güpegündüz plajda silahlı çatışmalara girmeler...
¿ Waikiki, a plena luz de día, una balacera en la playa?
O sadece hastalığıyla savaşarak yaşamaya çalışan masum bir kadındı.
Era solo una... una mujer inocente que trataba de vivir una vida plena mientras luchaba contra una enfermedad.
Gün ortasında bir kişiye daha saldırmak büyük risk.
Agarrar a otra persona a plena luz del día es muy arriesgado.
Demek istediği göz önünde saklanıyoruz.
- Uh, el quiere decir que nos ocultamos a plena vista.
Delil saklamaya yönelik değilse göremezsiniz.
A menos que sea para ocultar la evidencia a plena vista, Sr. Lamb.
Danny güpegündüz, etrafım polislerle çevrili durumda.
Danny, estoy a plena luz del día, rodeado de un mar de policías.
- Diyorum ki, belki de Russell'ı kaçıranlar kalabalıkta fark edilmemek için çalmışlardır.
Creo que los secuestradores robaron uno para ocultarse a plena vista.
Açık alanda olacaktır.
Se puede esconder a plena vista.
Bu öğlen gün ortasında iki Ark memuru Sycamore Bulvarı'nda vuruldu.
Esta tarde, dos oficiales de Ark fueron fusilados a plena luz del dia en el bulevar sicomoro.
Dedektif Zen, bakanlığın tam güvenini aldı.
El Detective Zen goza de la plena confianza del Ministro.
Uydu çiplerini basit görünümde saklama.
Esconder los chips del satélite a plena vista.
Görünürde uyuşturucu yokken eve o şekilde girilmesi için hiçbir neden yoktu.
No había drogas a plena vista ni circunstancias claras para entrar en la casa.
Gözünüzün önü.
A plena vista.
Bu çekimi diğerlerinden ayıran şey... Human Planet ekibi ile Inuit Halkı arasındaki güvene dikkat çekmesidir. Etrafta ne olup bittiğini bildiğiniz bir yer sizin için kurtuluşun anahtarıdır.
Este rodaje, más que cualquier otro, destaca la importancia de la plena confianza entre el equipo de Humanos Planeta y los locales Inuit, en un lugar donde conocer su medio ambiente es la clave para la supervivencia.
Aynı onların yaptığı gibi, daha kısa ama dolu bir hayat yaşamayı tercih ederdim.
Me gustaría vivir algo menos, pero tener una vida tan plena como la que tienen aquí.
Devam eden bir savaş var.
Mantener nuestras costumbres es la única manera de mostrarle a los Alemanes que no nos derrotarán. Estamos en plena guerra.
Gözümüzün önünde saklanan, evrenin en eski sorusu.
La pregunta más antigua del universo, escondida a plena vista.
Gözümüzün önünde saklanan evrenin en eski sorusu.
La pregunta más antigua del universo, escondida a plena vista.
Yemek masasında aniden ;
TARG : En plena cena juntos de repente podía saltar con
Onu iyi biliyorum.
Tengo plena conciencia de eso.