Yıkıcı traducir español
59,953 traducción paralela
Bunun gibi bir seri saldırı gerçekleşirse bunun etkileri çok yıkıcı olur.
Si lanzan una serie de ataques como estos, el efecto podría ser devastador.
"Yukarı, yukarı. " Uzun, hezeyanlı ve yıkıcı mavi.
" Arriba, arriba... el largo, delirante, abrasador azul.
Bu öyle yıkıcı bir silah ki... dünyanın sonunu getirebilir.
Estas son armas tan destructivas... que podrían acabar con el mundo.
Baygınlık geçirdim uyandığımda dışarı çıktım. Bu genç hanımla gözlerimizin buluştuğu ilk seferdi.
Así que me desmayé, y cuando me desperté, salí afuera, y esa fue la primera vez que le puse los ojos a esta señorita.
Şafak vaktiydi bir gemi tarafından bırakılan bir tuz külçesi buldu. Bermuda gibi giyinmiş bir kişi ona'Bağışlayıcı'dedi. ... üstündekiler yırtık pırtıktı pusulası kırılmıştı..,... eski teknesi dalgaları aşıyordu..
Recién al amanecer encontró a un viejo marinero dispuesto a partir en un navío por el lingote que le quedaba, un guardacostas con un barco llamado "El Piadoso", con velas andrajosas y rasgadas, la brújula partida
Kürenin içerisinde çömel,... arkandaki çıkış kapağını kapat kolu sola doğru çevir.
Entra en la cámara, cierra la puerta, y gira el pestillo a la izquierda.
Ve şuradaki odaya ulaşmak için merdivenden çıkıyordu.
Este hombre sí. Y bajaba una escalera de ese techo.
Dışarı çık ve haber sal.
Sal ahí fuera y haz correr la voz.
Bana söylenenlere göre... Kılıcı kullanan el seninkiymiş.
Y me dijeron que usted empuño la espada, en persona.
Karşılığında hisardan size ateş açılmayacak ve karaya çıkışınız engellenmeyecek.
Y a cambio, el fuerte no ofrecerá resistencia a su llegada.
Bay Silver kuzeybatı tünelinden çıkmamızı söylüyor. Güney kıyısına kadar bize eşlik edeceklermiş.
El Señor Silver insiste en que salgamos por el túnel que da al noroeste desde donde nos escoltarán hasta la costa sur.
Şu lanet şeyi ver artık! Sonrasında seni buradan çıkarıp hayatıma devam edeyim.
Ahora, dame la maldita anulación para que pueda sacarte de aquí y volver a mi vida.
Ayrıca hiç yoksa binlerce çıkış noktası var.
Y hay, literalmente, miles de puntos de salida.
Dışarı çık ve kapıyı aç.
Sal y ábreme la puerta ahora.
Kızı, içi patlayıcı dolu bir kamyonetle George Washington Köprüsü'ne doğru gidiyor.
La hija está conduciendo un camión hasta arriba de explosivos y se dirige hacia el puente George Washington.
Ulusal Muhafızlar hareket halinde, İç Güvenlik alarm seviyesini kırmızıya çıkardı.
La Guardia Nacional ya se ha movilizado y Seguridad Nacional ha elevado el nivel de alerta a roja.
Bir tür anahtara giren beyaz bir kablo görüyorum ve tek bir tane çıkıyor. Tamam, güzel.
Veo cables blancos que van hasta una especie de interruptor, y luego un único cable que va hasta la salida.
Devam etmek için bekliyoruz....... emir verilence kızla beraber çıkacağım.
Esperamos la señal y haré que la niña camine hacia usted.
Ulusal güvenliğin verilerinin kırılmasında özel drone kullanıcısı Neil Wiston müteahhit firmalarla ordu arasında CIA in test programının... üstesinden geldi.
A raíz de la reciente violación de datos de la NSA, el contratista privado de aviones no tripulados Neil Wiston se ha presentado con más información sobre el programa de pruebas de la CIA que borra la línea entre los contratistas y los militares.
Billy, oraya çıkabilirim Ve gökyüzünün kırmızı olduğunu söyle... Ve bana inanırlardı.
Billy, podría salir ahí fuera, decirles que el cielo es rojo... y me creerían.
Kıyıya yeterince adam çıkartabilirsek... Mesela üç katını falan. ... bir gün içerisinde kasabayı ele geçirebiliriz.
Si pudiéramos situar suficientes hombres en la costa... digamos tres veces eso, más o menos... podríamos hacernos con la ciudad en un día.
Başarısız olduğunda oynayacak son bir kozun olduğu için de olabilir. Gömülü kalsın diye uğraştığı hazine artık su yüzüne çıktığı içindir belki de.
Pero quizás tendrás que demostrarle que estás preparado para el fracaso y que el tesoro que quiso dejar bajo tierra... ya no está bajo tierra.
Ne kadar güvenirse güvensin azıcık parada anlaşamadılar diye Flint onu öldürüverdi.
Y a pesar de semejante confianza, solo hizo falta una desavenencia por un poco de dinero para que Flint lo matara.
Günün birinde çıkıp yanıma gelecekti. Bana gençliğimi hatırlatacak bir kadın. Gençliğimde Boston'a geldiğim gibi gelecek bir kadın.
Y que algún día me buscaría y... una mujer que me recordaba a mí misma cuando llegué a Boston siendo más joven y... que pasearía por el río Charles con ella y... le enseñaría las cosas que una mujer puede hacer en este mundo.
Kaptan Flint adamlarımdan birini öldürdü. Zulayla beraber kıyıya çıkmayı başardı.
El Capitán Flint mató a uno de mis hombres... y arrastró el alijo hacia la orilla.
Bana dediler ki, " Suyun ötesinde Japonya'da bir tatile çık, gemiye bin, oğlunu ve bir valiz al.
Ellos me dijeron : " Tómate unas vacaciones en Japón, toma el ferry, ve con tu hijo y lleva una maleta.
Bu tatillerden on tanesine çık, biz de borçlarını bağışlayalım. "
Tómate diez de esas vacaciones y te perdonaremos la deuda ".
Şehirlerin yaratımından beri, açık ve çok kültürlü toplumlar dünyanın en iyi ve zekilerinin yaşamak istedikleri yerler olmuştur, aynı şekilde tek kültürlü, baskıcı toplumlar da kaçmak istedikleri yerlere dönüşmüştür.
Desde que surgieron las ciudades, las sociedades abiertas y diversas son donde han querido estar las personas más brillantes del mundo, mientras que las sociedades homogéneas y represivas son de donde han querido huir.
Tabii. Ama ayrıca onun kıçına tekmeyi de basıp, yerine de geçmeyi istemiyorlar mı?
Seguro. ¿ Pero no quieren también ponerle un pie en el trasero y tomar su puesto?
Yani bu büronun yetkilerinin sınırları dışına çıktığına hiç tanıklık etmedin mi?
¿ Y entonces no ha visto nada que le haga pensar que esta oficina está actuando - de manera prohibida?
Şirket müdürü üzerime sağlam geldi. Beni köşeye iyi sıkıştırdı. Ne dersem diyeyim onun haklı çıkacağı bir noktaya getirdi durumu.
Y el gerente me aplicó una pesada teoría del juego, me arrinconó en un punto, en esencia se colocó en posición de ganar sin importar qué dijera yo.
Aklınızı başınıza toplayıp bir dahakine adam gibi fikirlerle çıkın karşıma.
Es hora de que afinen sus lápices y mejor que vuelvan con la Traci Lords de las ideas.
Herhalde biraz fazla eğilmişim çünkü havalandırma boşluğunun tabanı çöktü ve bir anda kendimi erkekler tuvaletinde kıç üstü buldum.
Debo haber estado asomándome mucho, porque caí a través del falso techo y aterricé sobre mi trasero justo en medio del baño de hombres.
Perşembe kendisine rapor sunacağım. Beni kibarca karşılayacak nazikçe elimi sıkacak ve kıçıma tekmeyi basacak.
Así que tengo que reportarme con ella el jueves... donde me recibirá afectuosamente, me estrechará la mano... y luego me despedirá.
Ayrılmak! Kocanı al Ve çık dışarı!
¡ Saca a tu esposo y vete!
Ve sen de iş için en mükemmel kişi çıkıyorsun.
Y usted es el hombre perfecto para el trabajo.
Zavallıcık. Yat ve bitmesini bekle.
Quédate ahí tirada y supéralo.
Ve... Sen ve Sho çıkış noktalarını tarayıp her bir kompartmanı kilitleyin.
Y... tú y Sho registren los polos, y cierren todos los compartimientos.
Havalandırma deliklerinden geldiler ve şu borular direk buraya çıkıyor.
Bueno, llegaron por los respiraderos, y esas tuberías conducen directamente aquí abajo.
Onu seviyorum. On yıl gibi bir süredir de çıkıyoruz.
Lo amo. ¿ Hace cuánto que salimos?
Buradan çıkıp eve gidelim, tamam mı?
Podemos salir de aquí y regresar a casa, ¿ de acuerdo?
Biraz dışarıya çıkıp şehrin tadını çıkarmalısın.
Debes salir y disfrutar de la ciudad un poco.
Bir zaman makinesi inşa ediyor ve zamanda yolculuğa çıkıyor.
Construye una máquina del tiempo y viaja a través del tiempo.
O kapıdan çıkarsan kız ölür.
Sal por esa puerta y ella está muerta.
Bunu yaptıktan sonra, kıçını oradan çıkarırsın, Ve doğuya bir kilometre uzaklıktaki evreleme alanında buluşalım.
Una vez que hagas eso, sacas tu trasero de ahí, y nos encontramos en la zona del estadio, a una milla al Este.
Dışarı çıkıp kahve alırım, sen de rahat rahat yıkanırsın.
Quizá vaya a buscar café para dejarte tener tu espacio.
Bütün gün koca kıçınızın üzerinde oturup insanlığın gördüğü en büyük tek spor etkinliğini izleme özgürlüğü.
La libertad de sentarnos todo el día sobre nuestros culos gordos y presenciar el evento deportivo más grande conocido por el hombre.
Avrupa, Asya, kanser, hepsinin kıçına tekmeyi vurduk!
¡ A Europa, Asia y el cáncer les dimos una patada en el culo!
Evet, yarışın içimi gıcıklayan kısmına geldik!
¡ Sí, y esta es la parte de la carrera que me da cosquillitas!
Olayın en zevkli yanı da şu, adam bizi dava edip tazminat koparırsa tahsilatı benim kıçımdan yapacakmış.
Lo divertido es que, si el tipo decide demandarnos y hay que pagarle, toda esa mierda saldrá de mi trasero.
İş kıyafetlerimi çıkarayım, sonra sihir yapmaya başlarız.
Iré a cambiarme la ropa de trabajo, y luego haremos magia.