Veloute traducir francés
62 traducción paralela
Bir Prenses veloute, burada.
Un velouté de princesse, voilà.
O benim bulduğum, bir prenses veloute.
J'ai trouvé, un velouté de princesse.
Özel yemeğimiz.
Velouté d'oignons.
Üzgünüm general.
Bien sûr, velouté d'oignons!
Peki efendim. Ne...
Dès que nous aurons avalé le velouté.
Caddeyi geçip kendime iki porsiyon kremalı Bermuda soğanı ısmarlayacağım.
Je vais traverser, m'offrir une double ration de velouté d'oignon.
Peki dansçı arkadaşın seninle nasıl konuşuyor?
Et ta danseuse, sur quel ton te parle-t-elle? Un ton velouté, doucereux?
Kolay yoldan evde yapılmış çorba tadında olur. Tencereye koyun...
"Velouté de santé, exactement l'arôme du potage fait à la maison."
Senin genç bedenin ah, evet, çok yumuşak.
Un corps si velouté, si doux!
Yumuşacık.
Velouté.
# ve kadife gökyüzünden # # yaz esiyor #
Et du ciel velouté D'un orage d'été
En siyah, kadife yumuşaklığında çikolatayla kaplı.
Enrobée d'un velouté de chocolat noir.
Saat tam 7'de masanda değilsen uluslararası menüde ilk yemek olan Campbell's kremalı mantar çorbasını kaçırırsın. - Kesinlikle. Şimdi...
Et si on est pas là à 7 h pile, plus de velouté champignon, le must de la haute kuisine!
Kremalı tere çorbası olabilir, Koç.
Je dirais que c'est un velouté au cresson, Coach.
Haklısın. Pürüzsüz ama sağlam.
C'est vrai... c'était donc ça le "velouté et charnu"...
Bu kadar pürüzsüz erişte elde edebilmek için, hamuru fazladan açıyor olmalılar.
Pour le velouté, c'est peut-être un coup de rouleau supplémentaire.
Çok güzelsin... Alçak gönüllüsün. Pekala, bana ne soracaktın?
On se fréquentait depuis quatre ou cinq mois, et ce jour-là, on parlait de cuisine ou d'autre chose, et j'ai dit que j'aimais le velouté de champignons.
Diyelimki, birisi çok güzel bir kadına ilgi duyuyor. Çok güzel ama... Hala Joanny Brodzik'le mektuplaşıyormusun?
Et le lendemain, j'ouvre ma voiture, et je trouve 500 boîtes de velouté de champignons.
- Evet, velouté de olacaktı.
- Oui, donne-moi la sauce veloutée.
Tenin çok yumuşak. Velveeta gibi.
Vous avez la peau si douce, on dirait du velouté.
Velveeta nedir biliyor musun?
Vous connaissez le velouté?
Kremalı mantar çorbası, fırında rosto ve Yorkshire pudingi,... tereyağlı havuç, brüksellahanası, yabanhavucu, patates püresi ve tatlı.
Velouté de champignons, rôti de boeuf et Yorkshire pudding, carottes au beurre, choux, panais, pommes de terre et un peu de tout.
Sanırım mantar çorbası, efendim.
C " est un velouté de champignon.
Işıl ışıl ve tatlı.
Eblouissant et velouté.
Cream Onion? Hayır.
Le velouté d'oignons?
- Ah, içindeler. Kremalı mantar çorbasının içine doğradım.
Ils sont coupés en morceaux dans le velouté de champignons.
Gercek yaşayan dokunun kadife görünüşü icin levazımatcılar, Yaşayan Görkem mumya sıvısına güveniyor.
Pour le velouté du vrai tissu vivant... les embaumeurs font confiance au fluide Éclat Vital.
Hey, ahbap, eğer öfke yönetimiyle alakalı Kibirli Adaletteki makaleyi okumamış olsadım, bu tatlı içeceği yerine koyup
Hé, poto, si j'avais pas lu cet article dans Vanity Fair sur la gestion de la colère, j'avais mis à part ce velouté à la mangue et au brocolis...
Mantar çorbası.
- Ce velouté est vraiment très bon!
600 sayfa ve işte adamımız Tate hakkında bildiklerim, en sevdiği yemek her Perşembe dağıttıkları kremalı ton sürprizi.
600 pages, et voici ce que je sais sur notre homme. Son plat favori est la surprise velouté au thon, qu'ils servent tout les jeudi.
Hala burada olmam, bana ihtiyacın olduğunu gösteriyor ve bu da, içimin ısınmasına sebep oluyor. Dikkatli ol.
Et ça me rend tout joyeux et velouté à l'intérieur
Kaba ve kaliteli değil mi?
C'est doux et velouté, non?
Domates çorbası. İki porsiyon, biri Lulu için... Ve Panacott.
Un velouté de tomates double, qu'il y en ait un peu pour Lulu, et une panacotta, son dessert préféré.
Günün çorbası : kremalı domates.
La soupe du jour est un velouté de tomates.
Kazanan kırmızı kadife oldu bu arada.
C'est le velouté rouge qui gagne, au fait.
- Kırmızı kadife mi? - Evet.
Le velouté rouge?
Onlarda sen ve senin kız beşik gibi sallanacaksınız. Yumuşakça, kadife zemin. Ve asla, asla, asla gitmez.
Tu as besoin de cette banquette arrière dépliable, qui te bercera toi et ta belle, comme dans un utérus velouté dont tu ne sortiras jamais.
Sonra "Çorba tarlası" nda durmalıyız bugün kremalı domates çorbası günü.
Puis on doit s'arrêter à Souplantation, c'est le jour du velouté de tomates.
Bu bok bir dana götünden daha yumuşak.
Il est plus velouté que les fesses d'un moineau.
Doğru, ayrıca saf kakaolu kadifemsi bir tenin olduğunu da söylüyor.
Vrai, mais elle compare ta peau à un cacao velouté.
Çok yumuşak.
Ah oui, il y a... le velouté.
O an deli gibi susadığımı farkettim ve konyak aramaya çıktım.
Même s'il était velouté et satisfaisant, il m'a laissé assoiffé, et je suis allé chercher du brandy.
Mucize Mantar.
Du velouté de champignons.
- karides yatağında. - Karides yatağında harika.
- avec un velouté de crevettes.
Evet, chanterelle mantar soslu bonfile, harika bir püre ile.
Un filet de sole Bercy aux girolles dans un... charmant velouté.
Aslında... Şu.. Velouté...
Eh bien, le velouté...
Velouté azıcık karideslidir.
Le velouté avait un peu de crevettes.
Ona velouténin karidesli olduğunu söyledin değil mi?
Tu lui as dit pour les crevettes dans le velouté.
Konsome.
Velouté.
Kalbinizi ısıtmak için tavsiyem pırasa çorbası yanında akasya balı.
Pour vous réchauffer le cœur, je vous propose le velouté de poireaux au miel d'acacia.
Daha fazla kadife.
Bien plus velouté.