Yayılın traducir francés
3,365 traducción paralela
Tyne Hannerman'ın kitabı, Soji Yayıncılık, 1931.
Tyne Hannerman, Soji Press, 1931.
Bir kanal yönetiyorum ve yine de eşimin hikayesini yayınlatamıyorum.
Je dirige un groupe audiovisuel, et je n'arrive pas à faire passer l'histoire de ma femme à l'antenne.
Çünkü o zaman artık deli birisini seçmek zorunda kalmam ve senin de yayında tuhaf bir şey yapmayacağını biliyorum.
Comme ça, je n'ai pas à choisir un taré, et je sais que tu ne feras rien de bizarre à l'antenne. - Je suis Kenneth!
Atlantis'te yayınlanan Haber Akşamı'nın kıdemli yapımcısıyım ve BP'nin yakın zamanda Körfez'de patlayan Deepwater Horizon kulesiyle ilgili bir haberin peşindeyiz.
Je suis le producteur principal de News Night sur Atantis, et nous travaillons sur l'histoire de la plateforme BP qui vient d'exploser dans le golfe.
Bütün yayını aklımıza estiği gibi yapacağız.
On est en train de faire toute cette émission dans l'improvisation.
Olsa bile Globe'un yayınlayacağı bir haber değil.
Ou si ça l'est, ce n'est pas une info que le Globe devrait imprimer. à imprimer.
Lütfen Tribune'ün yeni yayın yönetmeninin sizlere birer içki ısmarlamasına izin verin.
S'il vous plait autorisez moi votre nouveau directeur de l'édition de la Tribune à vous offrir une tournée
Alnında Kızılderili sembolü çizilmesiyle birlikte cinayet silahının bir yay olması tuhaf bir durumdan fazlası olduğunu düşünmüyor musun?
- Tu ne trouves pas que c'est plus que curieux que l'arme du crime soit un arc et une flèche avec un symbole Indien dessiné sur le front?
İşte bu makaralı yayın güzelliklerinden biri... harika dengeleyici.
Bien, c'est la chose géniale avec l'arc à poulies... c'est un grand égalisateur.
Akşam Haberleri'ndesiniz ve yayınladığımız bu klip eski karşı terörizm şefi Richard Clarke'ın, Başkan George W. Bush'la yaptığı oturumdu.
C'était un extrait de Richard Clarke, ancien dirigeant de l'anti-terrorisme sous George W. Bush.
Meclis, bir kamu hizmeti karşılığında tecrübesiz yayın ağlarına vergi mükelleflerinin sahibi olduğu radyo ve televizyon cihazlarının kullanımına izin verecekti...
Le Congrès autoriserait les jeunes chaînes à utiliser librement les ondes du contribuable en échange d'un service public.
O kamu hizmeti, yayın akışının, her akşam bir saatini gayri resmi yayıncılık için ayıracaktı veya ya da şimdi akşam haberleri olarak adlandırdığımız şey.
Ce service public serait une heure d'antenne dédiée chaque soir aux informations audiovisuelles. Le journal télévisé d'aujourd'hui.
her şeyin canlı yayın özrüyle başladığını söylemek doğru olurdu.
Tout a commencé avec ses excuses à l'antenne.
Ve yayın ağı adına ve şirket adına kendi kendine sorumluluk aldı.
Il en a assumé l'entière responsabilité. Pas la chaîne ou la société.
Bu gece yayına çıkmasını istiyorum.
Je le veux à l'antenne ce soir.
- Yayını bitir.
- Fin de l'émission.
Amerika'nın genelinde İslami etkinin gizlice yayıldığını görüyoruz.
Partout aux Etats-Unis, nous voyons l'influence de l'Islam rampant.
Müslümanlar tüm dünyayla bir savaş içinde İslamın yayılması için.
Partout dans le monde, les musulmans rentrent dans une guerre civile contre la direction que l'Islam tend à prendre.
Bilerek senin yayınında yalan söylemelerine izin veriyorsun... Belki uyuşturucu satmıyorsun ama uyuşturucu satıcısını taşıyan taksi şöförüsün.
Le fait que consciemment mais passivement tu autorises les gens à te mentir sur l'antenne fait que peut être que tu n'es pas une vendeuse de drogue, mais tu es au niveau du mec qui conduit dans sa voiture le vendeur de drogue.
Evet yayın odasıyla bağlantını kestiğinde onu bu sorumluluktan kurtarmış oldun.
Ouais, quand tu coupes la liaison avec le PE tu l'absout généralement de toutes responsabilités.
Bu vakada, Yayın da, kayıt-dışı da umurumda değil.
Dans ce cas, je me fiche de ce qui se passe à l'antenne, hors antenne,
Bekle bakalım, yayına çıkıp hata yaptığını söylemeli Japoncası iyi olmadığı için...
Attend, elle va passer à l'antenne et dire qu'elle s'est trompée, que son japonais est pauvre..
İşte yine Dawson's Creek'in finalinin yayınlanışının yıldönümü zamanı geldi.
"nous y voilà, " c'est l'anniversaire du dernier épisode de Dawson.
Bay Simon, 23 Nolu Fonda içeriden bilgi sızdırma hakkında bir sızıntı yayınladınız ve asıl bağışçınızın da bu fonu idare eden bankanın CEO'su ile finansal ilişkileri mevcut.
M. Simon, vous avez posté une divulgation sur un délit d'initié... du fonds 23, et votre principal donateur... avait des transactions financières avec le PDG de la banque qui gère ce fond.
Radyonun yayın zamanı!
Le rendez-vous avec l'émission de radio!
Bu sonuçları ve sizin tarafınızdaki hikayeyi yayınlamayı ikna edersem ne olur?
Et si je réussis à le convaincre de révéler ces résultats à l'antenne, en plus de votre version de l'histoire?
Canlı yayında bir özür istiyoruz ve bu pazarlık söz konusu olamaz.
Nous voulons une complète rétractation à l'antenne, et ce n'est pas négociable.
Gösteri dünyası haberlerine gelirsek, Galaxy Yayıncılık başkanı James Olsen izleyicilere, dördüncü yılındaki yazar grevinin bu seneki programları etkilemeyeceğine dair söz verdi.
Dans la rubrique divertissement, James Olsen, le PDG de Galaxy Broadcast promet aux téléspectateurs que la gréve des scénaristes, dans sa 4e année, n'affectera pas les programmes et les sertes en cours.
Mesela bir kadın doğurduğunda enerji aracılığıyla asla yok olmayacak dalgalar yayılır.
Par exemple, quand une femme donne la vie. ... cela envoie des ondes à travers l'énergie qui ne meurt jamais entièrement.
Makale isimsiz yayınlanmış olsa da onun düşünceleri olduğu belli.
Et bien qu'il n'y avait aucune signature à l'éditorial, je pourrais entendre sa voix dans l'article.
Sırada, şu anda O'Hare havaalanının iki yeni terminalinin yapılacağı alandan canlı yayındayız ve belediye başkanı Tom Kane'in konuşma yapmasını bekliyoruz...
Et maintenant, nous sommes en direct sur le site de ce qui sera bientôt les deux nouveaux terminaux ici à l'aéroport O'Hare où le maire Tom Kane devrait prendre la parole...
İster inanın ister inanmayın, birlikte şov yapmaya devam ettiler. Hassas bir konuydu ama canlı yayın için heyecan vericiydi.
Croyez-le ou non, l'émission ne s'est pas arrêtée et sa diffusion en direct a donné vie à de grands moments.
Enkaz alanı o kadar geniş bir alana yayıldı ki, suyun akışını değiştirdi.
Les champs de débris sont si larges et longs, ils peuvent changer le flux de l'eau.
Düğümleri analiz edeceğiz ve bu da bizi kanserin lenfatik sisteminize yayılıp yayılmayacağını gösterecek.
Nous analyserons les ganglions et cela va nous dire si oui ou non le cancer s'est propagé dans votre système lymphatique.
Bunun başarılı olmasına en az, benim kadar ihtiyacın olduğunu biliyorum ama kelimesi kelimesine yayınlayacaksın.
Je sais que tu en as besoin pour réussir alors autant que je le fasse, ça ne le fera seulement si tu l'imprime mot par mot.
Wall Street'in kirli sırlarını saklayan adamın hikâyesini yayınlamak isteyen sürüyle dergi olduğuna adım gibi eminim.
Je suis sur qu'il y a beaucoup de magazines qui voudraient publier une histoire sur l'homme qui détient de sombres secrets sur Wall Street.
Bu arada bilgin olsun çocuklar biriyle arkın altında seviştiğine dair dedikodu yayıyorlar.
Oh, et, juste pour te mettre au courant les enfants repandent une rumeur selon laquelle tu as piné quelqu'un sous l'arche.
Ama sonra sen hikayeyi yayınlarsın, ya da polise gidersin.
Mais après tu publies l'histoire ou tu vas a la police.
Biz aşılamaya başlayana kadar salgın çok hızlı ve çok etkili biçimde yayılır.
La maladie se propage plus rapidement et plus efficacement que le temps de mobiliser les vaccins.
Bir adım öne geçmeye çalıştık, yani bilginin yayılmasını engelleyebilirsek şüphelimizin tekrar kaçmasına da engel olabilirdik.
Donc nous avons essayé de prendre les devants, ce qui signifie que si avions pu contrôler la diffusion de l'info, on aurait peut-être pu empêcher le suspect de s'envoler encore.
İnsanlar hala seks yapıyor. Nasıl korunacaklarını bilmiyorlar bu yüzden hastalıklar yayılmaya devam ediyor.
Les gens couchent toujours, ils ne savent pas comment se protéger, et les maladies se propagent.
O halde Bay Costas, çalıntı suçlamalarının doğru ya da yanlışlığını kontrol etmeksizin yayınladınız mı?
M. Costas, vous avez rédigé l'accusation de plagiat sans vérifier le bien-fondé?
Hiç duymadım. Bir saat içinde duyacaksınız. Çünkü Peter Florrick'i bir kampanya çalışanıyla yatmakla suçlayan hikâyeyi yazmak için hazırlanan ulusal bir haber dergisinin haberini yayınlayacağım.
Quel est le blog? jamais entendu tu l'entendra dans environ 1 heure quand je le posterai c'est un magazine national qui est sur l'histoire qui accuse P.F. de coucher avec une travailleuse de sa campagne ok, donne moi ton numéro ; je vais prendre une citation du le candidat
Ulusal bir haber magazini bu hikâyeyi basmamaya karar verdi,... ancak bu blogcu, Jimmy V.,... bu hikâyeyi basmamalarıyla ilgili bir haber yayınlamak istiyor.
Et un magazine d'informations nationales a décidé de ne pas imprimer l'histoire, mais maintenant ce blogueur... Jimmy V, veut faire un article sur ceux qui n'ont pas publié l'histoire.
Bana haksız uygulamayı durdurma emrini yollayın, ben de yayınlamayayım.
Envoyez-moi l'ordonnance de cesser et de s'abstenir, et je ne vais pas poster l'article.
Bunu bloga sızdırır, blogcu dergiyi utandırır,... sonrasında hikâye yayınlanmayla son bulur, hayatın döngüsü.
Elle la divulgue sur un blog, le blogger embarrasse le magasine, puis le magasine finit par l'imprimer, tu sais, le cercle de la vie.
Ayrıca vergi yasası kabul edilirse bu basın açıklaması yayınlanacak.
A l'instant où votre projet de taxe est adopté, ce communiqué de presse est rendu public.
Oh, yaşasın, konuşmaya bayılırım.
Yay, J'adore parler.
Bence herkesin yayılıp av sırasında ara vermiş gibi yemek yemeleri bir eğlence değil,... iş yemeği.
Pour moi, s'affaler sur le sol tout en mangeant sur le pouce n'est pas une soirée. C'est bon pour les travailleurs.
Bir kez biri kendi türünün tadını aldı mı diğerlerine de yangın gibi yayılır.
Une fois qu'on acquiert le goût pour sa propre espèce, ça peut se propager dans la meute comme une traînée de poudre.
Bir defasında, uzun süreli potansiyel artışın, yavaş hareket eden protein sentezini nasıl oluşturduğu hakkında kitap yayınlıyordum sonra bir bakmışım, bir ajans beni bir sonraki Dr. Oz yapmaya çalışıyor.
Je publie ce livre sur la potentialisation à long terme qui entraîne la création d'une protéine de synthèse à émission lente, la seconde suivante, j'ai un agent qui veut me faire passer pour le nouveau Dr Oz.