Örme traducir francés
98 traducción paralela
Evet, ama tuğlaları örme, tekrar lazım olabilir.
Oui, mais ne l'enferme pas, nous en aurons besoin plus tard.
Gri renkte örme İtalyan kazak.
Un complet de laine gris.
Her iki koridorda hindistan cevizi renginde örme ile kaplıydı.
Les deux sont recouverts de tapis en coco.
Senin lanet örme işlerini istemiyoruz, anladınmı?
On a pas besoin de ton putain de tricot, ok?
Örme? Dokuma? Boya?
Filer, tisser, faire des teintures?
Örgü örme, bulmacalar, televizyondaki bir dizi- -
Tricot, mots croisés, émissions... - McGee!
- Lütfen örgü örme.
- S'il te plaît, ne tricote pas.
Tamam, biz iyi örme gayrimenkullerine bakalım.
Absolument. On va se trouver un bon coin pour tricoter. - Salut.
Örme işi tam olarak 10'da başlayacak ve uzun yolculuğumuz akşam onda bitene kadar durmadan öreceğiz. - Taylor, 10'a 40 saniye var.
Le tricothon va commencer à 10 h précises, et nous continuerons à tricoter sans arrêt jusqu'à la fin de la journée, sur le coup de 22 h.
Sadece örmek adına örme aşkınız nerede?
Où est passé votre amour du tricot?
Bir izin verin. Afedersin, Ben üzerinde kullandığım şu saç örme tekniğini uygulayayım.
Laisse-moi- - désolé, laisse-moi te faire ma technique de tresse que j'ai utilisé sur Ben.
Şu ağ örme yeteneklerini sergile bakalım.
Fais péter la toile.
Karaağaç.
De l'orme?
- Karaağaç kaplamaları sıkıntı çıkartıyor mu?
Vos planches d'orme suintent beaucoup?
Karaağaç işi aceleye gelmez.
On ne bouscule pas l'orme.
Yaşlı karaağacın altında yonca desenli kilim serili, üstünde Mick Collins ayakta duruyor.
Là, sur un tapis de trèfles et sous un vieil orme, se tient Mick Collins.
Arka bahçedeki karaağacı diktik.
On a planté l'orme dans le jardin.
Bu arada, şunu söylemeliyim ki burada karaağaca benzer ağaçlar var.
Mon colonel, je voulais vous dire... que j'ai repéré un genre d'orme dans la forêt.
Ve de Londra Köprüsünün karaağaç kazıkları 600 yıldır dayanıyor.
Et les piles en orme du London Bridge ont tenu six cents ans.
Hollanda turnesinden dönen muhteşem bir ladin ülkemize ilk kez gelen üç sakız ağacı İskoç çam ağaçları Karaağaç Gövdesi, kötü olamaz ilginç bir Amerikan kalası, bir yağmur ormanı ve bir kova talaş gençlerde şiddet hakkında konuşacaklar.
Un fabuleux sapin de retour d'une tournée en Hollande, trois arbres à gomme faisant leur première apparition dans ce pays, Pin d'Écosse et les Conifères, et un tronc d'orme. Allons-y, ça ne coûte rien.
Karaağacın altında duran şu koyun.
C'est le mouton sous l'orme.
Bahse girerim ki sen, bir karaağacı, meşeden ayıramazsın.
Je parie que tu ne sais pas différencier un orme d'un chêne?
- Karaağaç.
- L'orme.
- Hayır değil.
- Ce n'est pas un orme.
Karaağacın yaprakları küme küme olur.
L'orme a des grandes touffes de feuilles.
Olmo, karaağaç gibi.
Comme l'orme.
Yatak odamın penceresinden görünen... muhteşem, büyük, dev gibi bir karaağaç vardı.
De la fenêtre de ma chambre, je voyais un orme splendide.
İnsanlar çam görünce "Hollanda" "hastalık" diyor.
Mais virez ces ormes. Qui dit orme, dit maladie.
- Yuvarlak bankın olduğu karaağaç.
- Un orme entouré d'un banc?
Her iki koridorda hindistan cevizi renginde örme ile kaplı.
Les deux couloirs sont recouverts de tapis en fibres coco.
Oxford Caddesinin batısına yürü. Hanway Caddesine doğru sola dön, sola, Hanway Mahallesine doğru ilerle. Sonra da, Orme geçidine doğru sağa dön.
Allez à l'ouest de Oxford Street, tournez à gauche dans Hanway Street à gauche dans Hanway Place et à droite dans Orme Lane.
Bir karaağacın dalına yuvamı yapmalıyım.
Je construirais ma maison sur la branche d'un orme.
Kardeşim ve ben tarlayı biçmeyi henüz bitirmiştik ve karaağaç gölgesinde yemeğimizi yiyorduk.
Mon frère et moi, on venait de faucher un champ et on était en train de dîner à l'ombre d'un orme.
Sarmaşıklara uzanıp neşenin bedenine nazikçe sarılması gibi. Sevgilim, seni o kadar seviyorum ki. Sana tapıyorum.
Ainsi le chèvrefeuille, le suave chèvrefeuille enlace, le lierre femelle s'enroule aux doigts rugueux de l'orme.
Elimde karaağacınızı kesme emri var ama kızlarınız izin vermiyor.
Je dois couper votre orme. Vos enfants nous en empêchent.
Geçtiğimiz yazki intiharı ulusal bir soruna dikkat çeken Cecilia Lisbon'un dört kız kardeşi, hayatlarını tehlikeye atarak Cecilia'nın o çok sevdiği Karaağacı korumaya çalışıyorlar.
Les soeurs de Cecilia Lisbon, l'adolescente dont le suicide a réveillé la conscience nationale, risquent leur vie pour protéger l'orme que Cecilia aimait tant.
Bir karaağaçtan düşmüş.
Elle est tombée d'un orme.
Karaağaç mantarı mı?
Le champignon de l'orme?
Akçaağaç, karaağaç, dişbudak ağacı, ne?
- Erable, orme, frêne?
Doğu yakasından gelen duygusal biri ana caddeye Elm Sokağı adını vermişti. Hiç "karaağaç" yetişmemesine karşın bu adı değiştirmeyi düşünmemişlerdi.
Une âme sensible de la côte Est avait baptisé la grand-rue Elm Street, sans qu'aucun orme ne l'ombrage, mais ils ne voyaient pas de raison de changer.
Köpekle arasındaki mesafeyi kapadı. Binaların çoğu yanmıştı. Elm Street'ten geriye bir şey kalmamıştı.
Elle courut vers l'enclos en passant par ce qui n'était même plus une rue, et sûrement pas Elm Street, car il ne restait plus un arbre, encore moins un orme.
İyi örme için kaliteli yün.
De la laine fine pour des tissus fins.
İsfendan. Karaağaç. Huş.
Chêne, érable, orme, bouleau...
Aşağı inebilirsin.
Et s'ils n'ont pas encore élagué les arbres, la deuxième salle de bain des invités s'ouvre sur le grand orme et tu peux descendre par là
Ben bir karaağacım. Benden çok dikmeyin.
Je suis un orme, ne me plantez pas trop
Harika bir karaağaçtın.
Tu étais un orme génial.
İyi akşamlar.
- Bonsoir, lord Orme.
Ya da galiba karaağaç vebasıydı.
Ou c'était peut-être la maladie de l'orme.
Bu bir meşe ağacı. Şuradaki de bir kırmızı karaağaç.
Alors là, c'est un chêne, et là-bas c'est un orme glissant.
1957'de Winnipeg, Wolseley karaağacı skandalıyla çalkalandı.
En 1957, Winnipeg fut impliqué dans le scandale de l'orme Wolseley poussant hors de l'avenue Wolseley et entouré par un trottoir et une pelouse,
1957'de şehir, bir ekibi ağacı kesmekle görevlendirdi.
En 1957, la ville décida de faire enlever l'orme.