Dolu traducir portugués
21,424 traducción paralela
Yani planın FBI ajanlarıyla dolu bir binaya saldırmak mı?
Um assalto a um edifício repleto de agentes armados do FBI?
Çocuğumun bana merak dolu gözlerle bakışını hatırlıyorum.
Lembro-me do meu pequenino, a olhar para mim de olhos maravilhados.
40 metre altında araştırma geliştirme laboratuvarlarıyla dolu ülkenin en büyük özel taktiksel eğitim merkezi gemi simülatörleri ve iki tane uçak pisti bulunuyor.
Estamos 45 metros abaixo do maior centro privado de formação tática do país. Com laboratórios, simuladores e duas pistas de aterragem.
Jane. Geçmişi soru işaretiyle dolu bu binadaki tek kişi o.
É a única pessoa aqui cujo o seu passado é uma incógnita.
Senin için bir program çıkarttım. Buzdolabı da dolu. İstediğiniz her oyun var.
Imprimi um programa para ti, o frigorífico está cheio de comida, tens todos os teus jogos e o teu porco.
Tiyatro, komedi ve sürekli giyilip çıkarılan kazaklarla dolu bir gecenin sonuna yaklaşırken size tek bir sorum var...
Ao aproximarmo-nos do fim de uma noite de teatro e de comédia, com camisolas a serem vestidas e despidas, tenho uma pergunta para vos fazer...
Bu kutular sarin gazı, hardal gazı hidrojen siyanür ile dolu.
Estes caixotes. Sarin. Gás mostarda.
Acı dolu bir şekilde.
Penoso.
- Kaç tanesi dolu?
E quantos estão ocupados?
30 asansör var, olabildiğince dolu. Sanırım kameralara buradan erişebilirim.
30, e quanto aos ocupados, creio que consigo ver pelas câmaras daqui.
Sanığın tutuklanma geçmişinde zengin evleri soyma girişimleri ike dolu.
A arguida tem um histórico de prisões por roubar mansões enquanto trabalhava como empregada de catering.
- Bir sürü berbat dilenciyle dolu.
Existem muitos mendigos.
Yani kusurlu Utopium dolu gömülü iki cesedimiz var.
Temos portanto, dois corpos cheios de Utopium contaminado enterrados numa vala rasa.
Bir şekilde sahte tabanca dolu bir 11 mm ile değiştirilmiş.
De alguma forma, a arma a fingir foi trocada por esta 45 carregada.
Ya malzemeci Fitz ona gerçek ve dolu bir silah verdiyse?
E se o responsável dos adereços deu-lhe intencionalmente uma arma real, com uma bala na câmara?
- Acı dolu ve ironik.
Doloroso e irónico.
Evlat edinmeye hazırdık ve eminim ailemiz sevgi dolu olacaktı ama bir bebek sahibi olmayı istemek doğal bir dürtü.
Estávamos preparados para adoptar e tenho a certeza de que a nossa família teria muito amor para dar, mas querer um filho é um desejo natural.
Silah dolu cantani kilit altina almak istediler.
E as armas que tinhas, eles quiseram guardá-las.
Dolu dolu, neseli, inancli ve ozgur.
Cheio, festivo, fiel, e livre.
Dolu olsaydi ne olacakti?
Então e se estivesse cheio?
İki haftadır rezervasyon yaptırmaya çalışıyorum ama her yer dolu.
Há semanas que tento fazer uma reserva, mas está com lotação esgotada.
Orman geyiklerle dolu pancar turşuları ve annemin reçeller.
Os bosques estão cheios de veados. A geleia e a beterraba em conserva da mãe.
Palavra dolu.
Ele está todo convencido.
Gemisini gizemlerle dolu fırtınalı denize doğru süren bir kaptan görüyorum.
Vejo um capitão a comandar um navio cheio de segredos por um mar tempestuoso.
O insanlarla dolu, kadınların çocukların olduğu karavan parkında Bobo'yu vurursan - ne olur biliyor musun?
Sabes o que acontece se alvejares o Bobo num parque cheio de humanos, certo?
Hız Gücü'nün içindeyken yaşadıklarının olaylara bakış açını değiştirdiğini söylemiştin ama şehir meta insanlarla dolu olmasına rağmen biraz fazla iyimser görünüyorsun.
Eu sei que disseste que o que aconteceu na força de aceleração mudou a forma como vês as coisas. Mas tu pareces bastante optimista com tantos meta-humanos por aí a destruir a cidade.
Silver'ın haritasına göre iki tarafımızda da kayalarla dolu kıyılar var!
De acordo com os cálculos do Silver temos rochedos de ambos os lados.
- Başka istekleri varmış benimki gibi sevgi dolu bir anne istiyormuş.
Ao que parece queria outra coisa... o que eu tive... Uma mãe afectuosa.
Başımızdan geçen onca acı ve nefret dolu şeylerden sonra sonunda aramızdaki buzlar erimişken ölemezsin.
Não depois de tudo o que passámos, com toda a amargura, o ódio e... E agora tínhamos finalmente feito as pazes.
Neden kendi teknolojimizin, acı dolu geçmişimizi deşmesine izin veriyoruz?
Porquê permitir que a tecnologia desenterre o passado doloroso?
Burası musibetlerle dolu.
Este lugar é maligno!
Hassas ve bağımlı bir çocuğu alıp ölüm ve şüpheyle dolu bir keşmekeşin içine atarsan tutunacak bir şey aramaya başlaması uzun sürmez tabii.
Pegas num rapaz vulnerável, um viciado, deixas-lhe numa mescla de mortes e dúvidas e logo ele sairá à procura de algo para se agarrar.
Yarak dolu sapsız poşet bile daha çok işe yarar dediğin adamla?
O gajo que dizias ser mais inútil que um saco de paus sem pega.
Kuzey yolu La Manas dolu.
A estrada está cheia de La Manas.
Hayır. Jack ona tüm ödemesini yapmıştı. Çok huzur dolu gözüküyor.
Não, o Jack pagou-lhe adiantado e ele parece tão em paz.
Hepsini. Müşterilerin bavulları olabilir, minibarlar dolu olabilir.
Os hóspedes tinham bagagem, e há os minibares.
Baby James, tarlalar esrarla dolu de.
Baby James, diz que plantaram haxixe nestes campos.
Hasta çocuğu vardı. Revir dolu, suyumuz da yok.
Ele tem uma filha doente e a enfermaria está lotada.
Bir de senin de hoşuna giderse burada çikolata hendeği gibi bir şey olsun isterim. Üstünde yüzüşen Graham bisküvileri ve marshmallowlarla dolu küçük tekneler olsun.
E, se achar fixe, gostava de ter um fosso de chocolate aqui, com barcos a flutuar, com bolachas e "marshmallows".
İntikamın kin dolu yapışkanları gibi olacak.
Como uma espécie de rede vingativa e viscosa.
Bir hafta önce ana ağı dahil etmiştik. Platform buglarla dolu.
A rede neuronal tem uma semana, a plataforma há só bugs.
Henüz hazır değil. Buglarla dolu.
Está cheia de bugs...
Övgü dolu bir gelen kutum var.
Só recebo emails repletos de entusiasmo...
Hayat güzel, üzücü, umut dolu ve tehlikeli.
A vida é bonita e triste, otimista e perigosa.
Homer, mezarlıklar doğaçlamada hile yapmamışlarla dolu.
Homer, os cemitérios estão cheios de pessoas que não fizeram batota no improviso.
Hayatın sürprizlerle dolu.
A tua vida é cheia de surpresas divertidas.
İnsanlar, Boston'ın hep güneyli ve holigan dolu olduğunu sanıyorlar.
As pessoas pensam que Boston se resume a sulistas e vândalos.
Burası polar yelek giyen bilgisayar manyakları ve Subaru arabası olanlarla dolu.
Neste lugar é só cromos de computadores e donos de Subaru's a usar coletes de lã.
# Dolu bir Tanrı saplantısı, çek horozu bas tetiğe #
Um complexo de Deus carregado, engatilha e atira
# Dolu bir Tanrı saplantısı, çek horozu bas tetiğe # # İniyoruz aşağı, daha eski bir atışa # # Nişan al kendine #
Derrotados, derrotados um round mais cedo
Ülkesinin müfettişlerle dolu olduğunu biliyor.
Ele sabe que o país dele está repleto de fiscais.