É traducir portugués
5,177,780 traducción paralela
Şu bir cümlelik konuşmadan sonra ışık kararır.
Esta é uma fala do diálogo e, então, a luz diminui.
- Pahalı bir şey.
- Isso é caro.
- Al işte.
- É isso aí.
- Diyalog rahatsız etti.
- Minha queixa é do diálogo.
Burası özel güvenlikli yerleşim bölgesi.
Este é um assentamento protegido.
- Demek sen benim küçük Bibi'msin.
- Porque você é todinho meu.
- Seyirciler bok gibi.
- Essa plateia é uma bosta.
- Evet, çok güzel.
- Sim, é ótima.
Şu yukarıdaki de nedir öyle?
E o que é isso aqui em cima?
İki kahramanımızın oturduğu dairenin dış kapısı.
É a porta de entrada do apartamento de nossos dois heróis.
George, otel duvarına yamuk asılmış ve korkunç olaylara tanıklık etmiş bir tablo gibi, orada öylece duruyor.
George é bem-dotado como uma estátua de museu no sentido de que é arqueado e não impressiona ninguém.
72 yaşında bir yazar olduğumu düşünürsek gayet iyiyim, en yakın dostum Gil'le yaşıyorum, kendisi bir oyuncu. Tamam, hoşça kal.
Eu estou muito bem, considerando que sou um romancista de 72 anos, moro com meu melhor amigo, Gil, e ele é um ator.
George, hiç fark ettin mi, New York yağmurlu havada caz müziğine benziyor.
George, você já notou que Nova York em dia de chuva é como o jazz?
Tıpkı Miles Davis gibi dostum.
É como Miles, bebê.
Su spreyi, gösterinin en güçlü bölümü ama.
O spray de água é a parte forte do show, porra.
Yeni şovları...
É o novo...
Bildiğimizin aynısı.
É o mesmo show.
Kimilerine göre de tek şirketi.
Alguns diriam que é o único.
Ben de her günkü çılgın sidik yarışında bunu yapmaya çalışıyorum dostum.
E é o que venho tentando fazer todos os dias nessa competição doida.
Biz Oh, Hello ekibi olarak o sırada bu olayın yeterince dikkat çekmediğini düşünmüştük.
E nós aqui do Oh Hello sentimos que o fato não recebeu a devida atenção na época.
- Tanrım, hangi şarkıydı o?
- Nossa, que música é essa?
Yüzde bir milyar eminim, Steely Dan.
Ah, é um bilhão por cento Steely Dan.
Beacon Tiyatrosu, Apollo Tiyatrosu'na gitmeye korkanlar için Apollo'nun yerine geçer.
Ah, o Beacon Theater é como o Apollo Theater para quem tem medo de ir ao Apollo.
Long Island'da geçen bir tren yolculuğunun 100 farklı bakış açısıyla anlatılan hikâyesi.
É a história de uma viagem ferroviária de Long Island contada a partir de 100 perspectivas diferentes.
"Sayın Bay Reddington ve Bay Stone, sabit kira güvenceli daireniz artık sabit kira güvenceli değildir."
"Caros Sr. Reddington e Sr. Stone, seu apartamento de aluguel controlado não é mais de aluguel controlado."
Bina değeri veya enflasyon ne olursa olsun aynı kirayı ödemek, bize Tanrı'nın bahşettiği bir hak.
É nosso direito divino pagar o mesmo aluguel independente do valor da propriedade ou da inflação.
Bu çok ayıp ama.
Isso é um ultraje.
Bu nedir? "Alzheimer olduğunu unutma."
O que é isto? "Lembre-se de que você tem Alzheimer."
- Onlardan gelmiş, hoş ve ince.
- É deles e bem fina.
- Az ama öz Georgie.
- Menos é mais, Georgie.
1951, Flatbush Caddesi.
O ano é 1951, Avenida Flatbush.
1951, Rhode Island, Providence'dayız.
O ano é 1951, Providence, Rhode Island.
Önce salonun yarısını kaçırıyorsun, sonra da anons yapıyorsun.
Você diminui o som do teatro e depois faz o anúncio.
Ne gerçek hayatta ne de oyunda, asla tırnağını tırnağımın arasına sokma.
Nem na vida real e nem em uma peça, coloque sua unha no meio da minha.
Önüne gelene yağ çek, karşındaki minnettar kalacaktır.
Trate uma feiosa como linda e ela será eternamente grata.
Fark edecek kadar dikkatli olanlarınız için söyleyeyim, bu mezuzah kapının yanlış tarafına asılmış, demek ki doğru oyuna geldiniz.
E para vocês que estão atentos o bastante para notar que esta mezuzá está do lado errado da porta, vocês estão na peça certa.
Ve araba kornaların sesi.
E a buzina dos carros.
Peki ya metro?
E o metrô?
Geçen hafta Mark ve Judy büyük oğullarıyla geldi, sprey numarasını sevdiklerini söylediler.
Mark e Judy, que vieram com seu filho adulto semana passada, disseram que adoraram o spray de água.
Ama Mark ve Judy, Stomp perküsyon şovunu seviyor.
Mas o Mark e a Judy gostam do Stomp.
İkincisi ve daha önemlisi, kendin olmalısın, dedi.
E, segundo, e mais importante... Ele disse : Tem de ser você mesmo.
Bu söz havada asılı kalır, tıpkı Lenny Kravitz'in o güzel penisinin öylece pantolonundan çıkıp dışarı sarkması gibi.
Essa fala fica lá pendurada como o lindo e consistente pênis do Lenny Kravitz. Lembram que a calça rasgou e o pênis apareceu?
Ama aniden ve oldukça yapay biçimde, şarkı söylemeye başlar.
Mas, de repente e bem inorganicamente, começa a cantar.
Seçmeleri terk edip çıktım ve Fairway süpermarketine zeytinleri taciz etmeye gittim.
Aí eu abandonei o teste e me dirigi ao supermercado Fairway para molestar azeitonas.
Hackensack'e giden tren Yanında pembe şarap
O trem de volta a Hackensack Com vinho de alecrim
İkimiz de Steely Dan hakkında çok bilgiliyiz.
Você e eu sabemos muito sobre Steely Dan.
Beş yatak odası, salonu, kartonpiyeri ve şöminesi olan dandik bir daire için 2500 dolar mı?
Dois mil e quinhentos dólares por míseros cinco quartos com escritório, moldura de gesso e uma lareira?
Arka kapaktaki yazar portresi için bir çoban köpeği bile aldım ben.
E agora já comprei aquele cachorro para a foto do autor.
Avans olmazsa parasız kalırız, bu daireyi de kaybederiz.
Sem ele não temos dinheiro nenhum e perderemos o apartamento.
Beş yaşındayım ve bu dünyada sevdiğim iki şey var.
Tenho cinco anos de idade e há duas coisas que eu amo no mundo.
Brooklyn Dodgers ve annemin başımı o büyük Polonyalı memelerinin arasına sokması.
Os Brooklyn Dodgers e quando minha mãe põe minha cabeça entre seus enormes seios poloneses.