Işıklar traducir portugués
15,982 traducción paralela
Bir sonraki ışıklarda durduklarında peder bu sefer elini rahibenin kasıklarına koymuş.
Aí param num sinal, e ele põe a mão na coxa dela.
Şu ışıklar ve Will ile duvardaki şey olayı?
Com as luzes e... O Will e a coisa na parede?
- Önce ışıklar şimdi duvar mı?
- Mãe, primeiro as luzes, depois a parede?
Ben de bütün ışıkları astım...
Pensei que, se pendurasse as luzes...
Bütün şu Noel ışıklarına.
Estas luzes de Natal todas.
Ama Tanrının yardımıyla Will'in yaşama ihtimali olduğunu düşündüğüm sürece ben ölene kadar o ışıklar yanacak.
Mas, Deus me ajude, vou deixar as luzes penduradas até morrer, se achar que há uma hipótese de o Will ainda estar vivo.
Annem, o geldiğinde ışıklar konuşuyor dedi.
A minha mãe disse que as luzes falam quando aquilo chega.
"Buradaydım." Crash, sen sahne ışıkları ve yarasalar çiziyorsun.
"Eu estive aqui." Crash, tu pintas holofotes e sinais do Batman.
Kapılar, ışıklar, duşlar, Kahve makinesi bile
Desde as portas, às luzes, o chuveiro, até a máquina do café.
Ve sonra oda ile çalışacak Sıcaklıkları, ışıkları, görselleri, sesleri düzenlemek için.
E depois, vai ajustar o quarto, regular as temperaturas, as luzes, os sons.
İçlerinde demir varsa, bu parçacıklar ısınabilir, mıknatıs parçacıkları yerlerinden oynatabilir ve daha fazla organ hasarı oluşabilir.
Se eles contêm ferro, os fragmentos podem aquecer e o íman pode arrastá-los através do corpo e causar outros danos nos órgãos.
Mezarlıklarına saygısızlık etmese bu durumda olmazdık.
Não estaríamos nesta confusão se ela não os tivesse profanado.
"Kuşkucu", Polyannalar tarafından kendilerinin etrafa göstermeyi pek bir sevdikleri o saflıklarının karşısındakilerde olmadığını belirtmek için kullanılan bir kelimedir.
É a palavra usada pelas Pollyannas para a ausência de ingenuidade que eles exibem incessantemente.
- Yalnız ve bu yüce devletin kurucularından daha iyisini bildiklerine inandıklarından yerine kendi yargılarını koymak isteyenlere engel olmak için kaleme alındı. Hiçbir şey tartışılmaz değildir, Anayasa da dâhil.
Nada é incontestável, nem mesmo a Constituição.
Heaton-Harris yasa tasarısını görüşürken, gönül isterdi ki Kongre üyelerinin her biri, beni değil ama şu arkamda oturan ve inandıkları şey uğruna büyük fedakârlıklar yapan insanları kendilerine örnek alsın.
Quando considerarem a Lei Heaton-Harris, eu gostaria... que cada membro do Congresso seguisse o exemplo, não o meu, mas o do grupo de pessoas sentadas atrás de mim, que fizeram grandes sacrifícios em nome de fazer o que acreditam ser o certo.
Yüksek sıcaklıklar 50 civarında seyretmeye devam edecek.
As temperaturas mais altas vão manter-se nos cerca de 10 graus.
Kız bu yarayı saldırıdan önce almış, Sanık ve kurban birlikte bir oyun oynadıkları sırada.
Foi feito antes do ataque, quando o réu e a vítima estavam a jogar um jogo.
Yani eğer bu yara oyun oynadıkları sırada olmuşsa, Bu durum bıçağın üzerinde kurbanın kanının... bulunma sebebini açıklar mı?
Então, se o ferimento foi no jogo, isso explicaria o sangue dela nesta faca.
Bu çocukların "Açlık" patojenine karşı kısmi bağışıklıkları olduğu düşünülüyordu.
Parecia que estas crianças tinham imunidade parcial ao patógeno esfomeado.
Bir koy bulduk. Yiyeceğimiz yok ama balıklar ısırmıyor en azından.
O problema é que não temos comida e não estamos a conseguir pescar.
Patlamış yaralar ve yumuşak dokudaki yırtılma hayvan ısırıklarını gösteriyor ama yüksek ihtimalle öldükten sonra olmuşlar.
As feridas perfurantes e os rasgões no tecido mole apontam para dentadas de animais, mas são provavelmente "post-mortem".
Bazı karışıklıklar çıktı.
Temos complicações.
Amarillo Armadillo Adam'dan Tüylü Walla Walla Yaratığı'na kadar her şey kardeşlik derneği numaraları, eşek şakaları veya insanların sıkıntıdan ya da delilikten uydurdukları saçmalıklar olarak açıklanabiliyor.
Quantos destes casos, quer seja o "O Homem-Armadilho" ou "A Coisa Peluda de Walla Walla", podem ser explicados como partidas de universitários ou pessoas a inventar coisas por estarem aborrecidas ou serem loucas?
Sana anlattıklarımın yarısını anlamıyorum bile.
Não entendo metade das coisas que lhe estou a contar.
Sürüngenlerin kış uykusuna yattıklarını bilmiyordum.
Não sabia que os répteis hibernavam.
Lütfen açıklar mısınız Ajan Mulder?
Elucide-me, Agente Mulder.
Geçmişte yaşadıklarım ve bir çocuğumuz olduğu için kendi genomumu da sıraladım.
Sequenciei o meu próprio genoma, por causa da minha história e porque temos um filho juntos.
DNA'mızla oynadıklarını, DNA'mıza ekledikleri bir şeyle bağışıklık sistemimizi çökerttiklerini söylüyorsun.
Disse que estão a mexer com o nosso ADN. Que podem desligar o nosso sistema imunológico adicionando algo ao nosso ADN?
Burada durup birbirimize nasıl göründüğümüzden mi bahsedeceğiz, yoksa kahve içmeye gidelim de bana neden mesaj attığını açıklar mısın?
Vamos ficar aqui a falar do nosso aspecto, ou vamos ao café para me explicares a mensagem que me enviaste?
Ama Danny'nin yaptıklarını bir düşününce, şunu anlamalısın ki anne birlikte olduğu adamlar iyi değiller.
Mas, quanto ao que o Danny fez, mãe, tens de perceber que ele... Estas pessoas com quem ele estava envolvido eram pessoas más.
Söylemek istediğim, Cinayet masasında çalışıyorum. Dava dosyası yürütmeyi biliyorum... Tanıklar.
Trabalho nos Homicídios e há uma coisa que fecha os casos : as testemunhas.
Yaşadıklarınıza karşı duyarsızmış gibi görünüyorsam Kaptan, şunu anlayın ki... Benim doğam bu.
Se pareço insensível ao que está a passar, Comandante, perceba... eu sou assim.
Beni epey sıkıştırdılar, yaptıklarımı kontrol ettiler, her şey için hesap sordular, yaptığım her şey için açıklama ve gerekçe istediler " dedim.
"tinham-me com a rédea muito curta, " a controlar o que eu estava a fazer e a fazer-me prestar contas de tudo, explicar tudo o que estava a fazer e justificar tudo. "
Burayı araştırdıklarında bir şeyi gözden kaçırmış olabilirler.
Talvez quando revistaram isto não tenham visto alguma coisa.
Yaptıkları, eğer kanıtlanırsa olayları doğru-yanlış diye değerlendirenlerin onu sonsuza dek yanlış olarak görmelerini sağlar.
Se provarmos estes crimes, não restarão dúvidas, ele será visto como mau.
Ama ağzınız açık Parmaklıkları tatmalısınız
Mas como a tua boca está aberta Podes provar estas barras boas
Lütfen gidip şu balıkları atar mısın?
Thor, fazes-me o favor de ir deitar o peixe fora?
Kesikleri, sıyrıkları, morlukları falan.
Os cortes, os arranhões, os hematomas.
Her çetenin değerli elemanları şişko adamın geriye bıraktıklarını kapmaya çalışıyor.
Todos os gangues que se prezam querem ficar com o que o gorducho deixou.
Ayrıca hata yaptıklarında, sorunları böyle kabullenmek zorunda kalmamak için özel bir yaklaşım sergileme davranışı da olabilir.
É também possível que o Comportamento se aproprie de problemas como este para não ter de admitir que fez merda.
Eğer her şeyi kabul edersek, onları duygusal tanıkların resmi geçidinden mahrum bırakırız ve davayı etkisinden sıyırırız.
Se admitirmos tudo, negamos a hipótese do desfile de testemunhos emocionados e roubamos impacto ao caso.
Yani savunma, sanığın eylemlerinin, çalışma koşullarınca tetiklendiğini bunların irade dışı yapıldıklarını ve dolayısıyla yasalarca cezalandırılamaz olduğunu iddia ediyor.
Portanto... Afirma a defesa que as condições laborais do acusado despoletaram isto, foram atos involuntários e não puníveis por lei.
Öyleyse, kaldıkları sürede onları tanımış olmalısınız ya da "sizin kaldığınız sürede" mi demeliydim?
Terá conhecido as pessoas, durante a estadia deles, ou a sua, na Segurança Máxima?
Bu heriflerin yarısı karılarına nerede çalıştıklarını bile söylemez.
Metade deles nem às esposas contam onde trabalham.
Ne düşündüğünü anlamak için o şeylerden birine ihtiyacım yok. Çünkü insanların yaptıklarından önce ne istediklerini anlamak için yalnızca onlara bakarak okumak üzere tasarlandım ve eline geçen ilk fırsatta beni becermek istediğini biliyorum ama yapmamalısın.
Não preciso de uma dessas coisas para saber o que os outros pensam porque fui construída para perceber as pessoas só de olhar para elas, para saber o que querem antes que elas próprias o saibam.
Ben de minnettarlıklarını unvanda yükselme, daha iyi bir oda ve Mesa Bar'a sınırsız erişim şeklinde kabul edeceğim.
E eu vou aceitar a sua gratidão na forma de um título melhor, um quarto melhor e acesso ilimitado ao bar.
Konfederasyon ve hükümet bunu savaş olarak adlandırmak istese de dalaştıkları yalnızca taşlarla silahlanmış açlık çeken çiftçiler.
Os Confederados e o Governo gostam de chamar a isto guerra, mas eles estão a lutar contra agricultores esfomeados, armados com pedras.
Ama emin olabilirsiniz. Gidenler onlar olmalarına rağmen geride kalması ve başarısızlıklarının yükünü üstlenmesi gereken kişi benim.
Mas apesar de serem eles a sair, eu terei de ficar e carregar o fardo do fracasso deles.
Benim işim, yaşadıklarını hiçbir zaman unutamamış bir grup insana duygusal doyum yaşatmak değil.
Não é o meu trabalho dar satisfação emocional a um grupo inteiro de pessoas que nunca poderá esquecer o que aconteceu com eles.
Bana göre doğru ve kaçınılmaz olan sonuç tarihi kanıtlar bilerek yalanlandı ve Irving kendi ideolojik inançlarını sanki tutarlıymış gibi sunmakla uğraştı,... bütün bu yaptıklarına kanıtları çarpıtma ve kötüye kullanma da dahildir.
Parece-me que a inferência correcta e inevitável deve ser que a falsificação dos registos históricos foi deliberada e que Irving foi motivado por um desejo de apresentar eventos de uma forma consistente com as suas próprias crenças ideológicas, mesmo que isso envolvesse distorção e manipulação de evidências históricas.
Bize her şeyi açıklar mısın?
Poderias expandir-te mais?