A notebook traduction Turc
481 traduction parallèle
- Have you got a notebook?
- Defteriniz var mı?
Hated by one he loves, braved by his brother, checked like a bondman, all his faults observed, set in a notebook, learned and conned by rote to cast into my teeth.
Sevdiği sevmez, kardeşi üstüne yürür oldu. Bir köle gibi azarlanır oldu Cassius. Bütün kusurları göze batıyor defterlere yazılıp ezberleniyor suratına çalınmak için.
There's a notebook in the bag.
Çantada defter var.
Remember I gave you a notebook in the hospital?
Sana hastanede bir defter verdiğimi hatırlıyorum.
Madam, you threw a notebook.
Bu sizin mi?
There's a house over there, and there's a man sitting down reading something. It's a notebook I think.
Bir ev var, ve önünde biri oturmuş birşeyler okuyor.
Remember he kept track of every penny he saved and spent in a notebook.
Hatırlar mısın, eline geçen her kuruşun, harcadığı her meteliğin kaydını tutardı.
I have it written down in a notebook.
İyi değil misiniz?
He's got a notebook and all that money.
Bir not defteri ve bütün o paras var.
Pasting their obituaries in a notebook, that's evidence!
Ölüm ilanlarını bir not defterine yapıştırmışsın, bu da kanıt!
Not even a notebook, book or old clothes?
Not defteri, kitap ya da giysi de mi yok?
- I kept a notebook.
- Bir defter sakladım.
I stole a notebook, heard conversations, saw an industrial accident.
Bir defter çaldım, konuşmalar duydum, bir iş kazası gördüm.
He's got a notebook that's logged every time he's called me in here.
Beni burada aradığı her anı kaydettiği bir defteri varmış.
Photos and a notebook of Clarence Anglin's.
Fotoğraflar ve Clarence Anglin'in not defteri.
- A notebook.
- Bir defter.
And I mean, I have - I have a list of errands and responsibilities that I keep in a notebook.
Bir de küçük bir not defterine yazdığım ufak tefek işlerim ve sorumluluklarım var.
Yulchi : Grandpa found a notebook.
Büyükbaba not defterini buldu.
- A notebook.
- Not defteri.
It says here, "... a notebook for messages. "
Burada, "Mesajlar için bir not defteri." yazıyor.
Tess, would you come in here, please, and bring a notebook?
Tess, defterini alıp buraya gelir misin?
Mom said you had a notebook or a diary or something of Daddy's.
Annem sizde bir günlüğü olduğunu söyledi.
A notebook.
Bir defter.
A notebook with many pages.
Sayfası çok olan bir defterine.
A notebook is not useful.
Defterin yararı olmaz.
- I didn't bring a notebook.
- Defter getirmedim.
I need to know what kind of leaves you gave him, it's poisonous and he told me that you have written it down in a notebook.
Ona verdiğin yaprağın türünü bilmem gerekiyor. Zehirliymiş ve neler koyduğunu bir not defterine yazdığını söyledi.
You promised me to bring a notebook.
Bana defter getireceğine söz vermiştin.
It's like a child's spy notebook, right?
Bir çocuğun gözlem defteri gibi, değil mi?
Petr if you like I have a notebook here.
- Peter, eğer istersen bende küçük bir not defteri var.
- May I have a look at that notebook?
- Deftere bir bakabilir miyim?
- A side from her / its / their notebook.
- Onun defterinden kopardığım bir sayfa.
That envelope contains a small notebook.
Zarfın içine küçük bir defter kondu.
- Notebook, a small package.
- Defter, küçük bir paket.
The union gets the notebook, you get promoted to a soft job.
Sendika defteri alır, sen de sakin bir işe terfi edersin.
There's a little notebook in there.
İçinde küçük bir defter var.
Please see that he gets a pencil and notebook.
Kağıt kalemi var mı bir bak lütfen.
There must be another, a seventh notebook.
Başka bir defter, yedinci defter de olmalı.
We're just gonna do our job and get this notebook back to Washington.
İşimizi yapacağız ve bu defteri Washington'a götüreceğiz.
He told me how he killed a grizzly bear with his loose-leaf notebook.
Bir boz ayıyı dandik bir defterle nasıl geberttiğini anlatmıştı bana.
He writes in his notebook... about a curious little man named Leon Selwyn, or Zelman... who seemed clearly to be an aristocrat... and extolled the very rich as he chatted with socialites.
Defterine, insanda aristokrat izlenimi bırakan ve konuşurken... zenginleri göklere çıkaran Leon Selwyn ya da Zelman isimli... küçük meraklı bir adam hakkında... birşeyler yazıyor.
Mommy, I've a letter in my notebook.
Anne, defterimin arasında bir not var.
I mean, I used to keep track of inventory in a spiral notebook, for God's sake.
Tanrı aşkına ben envanterimi bir not defterinde tutardım.
Let me take a look at the notebook.
Deftere bir bakayım.
The fourth notebook is a deal-breaker.
Dördüncü defter anlaşmalarla ilgili.
Well, expert opinion has it that this notebook was written very quickly, or very slowly, by a man or a woman, in anger or in jest.
Uzman görüşüne göre bu defterler çok hızlı kaleme alınmış ya da çok yavaş, ya kadın ya erkek, ya öfkeli ya dingin.
Do you need a new notebook?
Yeni bir defter lâzım mı?
I had this notebook... with "Mrs Romy Christianson" written on it, like, about a thousand times.
Bir defterim vardı... ve üzerinde bin kez filan "Bayan Romy Christianson" yazılıydı.
I took a look at that notebook of hers.
Not defterine bir baktım.
The notebook that Asakawa left behind is going to be published. As a novel.
Asakawa'nın geride bıraktığı notlar, bir roman olarak yayınlanacak.
This notebook seems to be a diary.
Bu defter bir günlüğe benziyor.