Afford traduction Turc
11,616 traduction parallèle
I can't afford to keep him there much longer, and he's too mean to die.
Orada daha fazla durmasını karşılayamam bu da ölmesi demek.
Wessex cannot afford division. Nor can it afford the ramblings of an idiot child, noble or otherwise.
Wessex ne bölünmeyi ne de asil olsun ya da olmasın aptal bir çocuğun tutarsızlıklarını göze alabilir.
How many can you afford to lose before your race can no longer sustain itself?
Irkın kendini devam ettirememeye başlayana kadar kaç kayıp vereceksin?
They can't afford it.
Maddi olarak bunun altından kalkamazlar.
We can't afford to keep on fighting.
Savaşı sürdürürsek bunun altından kalkamayız.
What good's a vacation if you can't afford to go on it?
Bir yere gidemeyecekseniz tatilin ne anlamı kalır?
It's true, the whole world does have paid maternity leave, except for the two countries too poor to afford it...
Doğru, dünyanın her yerinde doğum izni diye bir şey var. Bunu karşılayamayacak kadar fakir iki ülke hariç :
I had to ask myself, how do the French afford all of this?
Kendime sormadan edemedim, Fransızlar bunların maliyetini nasıl karşılıyorlar?
I actually moved here four years ago to finish my education'cause I couldn't afford to go to CU Boulder anymore.
Eğitimimi tamamlamak için dört yıl önce buraya taşındım çünkü Boulder Kampüsündeki eğitimi bütçem daha fazla kaldıramadı.
I couldn't even afford to finish community college.
Devlet yüksekokulundaki eğitimimi tamamlamaya bile gücüm yetmedi.
I'm sorry, I can't afford the risk.
Özür dilerim. Bu riski göze alamam.
You'd think they could afford to keep the heat up in these places.
Hastaneyi sıcak tutmayı başaramamaları çok saçma.
We can't afford a panic.
- Panik olmasını istemeyiz.
Of course, the one day we can't afford to stop, we get a flat.
Elbette, duramayacağımız tek bir gün vardı, o gün de bu çalışmıyor.
And because of his IRS troubles, he can't afford to leave.
Vergi dairesindeki sıkıntıları yüzünden ayrılmayı göze alamıyor.
And I can't afford to buy him out, so...
Bu yüzden onu kapı dışarı edemiyorum.
It was the only one I could afford that would work for 50 cents an hour.
Bu gücümün yettiği tek şeydi, saatte 50 sente bunu yapabilirdim.
She can't afford to be right now.
Şu an için buna dayanamaz.
It was better than what my family could afford, but, uh, still wasn't a very good one.
Maddi olarak alacağımızın en iyisiydi ama o kadar da iyi değildi.
Things are dicey between Scorpion and Director Molina, and you can't afford any more... issues.
Scorpion'la Müdür Molina'nın arası zaten limoni daha fazlasını sıkıntıyı kaldıramazsınız.
And that is why Paige was your only friend, because you couldn't afford to let anybody else know what you were into.
O yüzden tek arkadaşın Paige çünkü hoşlandığın şeyi başka kimseye anlatamadın.
It could tank her blood pressure even more. She can't afford to lose any more reserve.
Kan basıncını daha fazla arttırabilir.
Can't really afford to fix it.
Tamir etmeyi cidden göze alamam.
That is something I can't afford.
İşte buna gücüm yetmez.
With that kind of prize money, we could afford a real ship.
Böyle bir ödül parasıyla kendimize gerçek bir gemi alabiliriz.
Your crippling gambling problem's left you unable to afford nice things, like the latest cell technology, but yours is old enough to have a nickel cadmium battery.
Felç edici kumar hastalığın yüzünden güzel şeylere para ayıramıyorsun son moda cep telefonları gibi, ama seninki nikel kadmiyum... -... pil içerecek kadar eski.
You can afford such a big house and yet you can't pay me!
Böyle büyük bir eve para bulurken bana borcunu ödeyemiyorsun!
- We can afford that.
- Bunu karşılayabiliriz.
We only targeted people that could afford it.
Parası olan kişileri hedef aldık.
Which is why I can't afford to miss a day.
Bu yüzden bir gün bile kaçırmayı göze alamam.
We can't afford $ 10 ice cream, all right?
Bir dondurmaya 10 dolar veremeyiz, anladın mı?
Celebrities go there. He couldn't afford that.
- Oraya ünlüler gider, babamın parası yetmez.
I promise! If you cannot afford an attorney, one will be appointed to you.
- Benim değil yemin ederim!
Most small farmers can't afford them.
Çoğu küçük çiftçi karşılayamıyor bile.
There was one summer where he spent every day in a sporting goods store because I couldn't afford camp.
Bir yaz vardı, tatili karşılayamamıştım o da hergün bir spor mağazasında çalışmıştı.
All I know is I can't afford a real therapist, so I really need you to fix him.
Gerçek bir terapinin ücretini karşılayamam onu gerçekten iyileştirmenize ihtiyacım var.
They can't afford the bad press.
Kötü haberleri kaldıramazlar.
Of course, the upside is, here in civilian life, we can afford a better grade of whiskey.
Tabii sivil hayatımızda daha iyi bir viski alabilecek durumdayız.
Unlike most people you harass, I can still afford to hire a team of lawyers.
Tutukladığınız diğer adamlara göre, avukat takımı tutmaya yetecek kadar param var.
Might be a little tough to afford your medication, but I'll find a way.
İlaçlarını almak zor olacak ama bir yolunu bulacağım.
We can't afford it?
Buna paramız yetmez mi?
If something not human is gentrifying the entire world, soon no human will be able to afford it.
Bütün dünyayı burjuvalaştırane şey insan değilse çok yakında, insanların buna parası yetmeyecek.
There are beings who are purposely gentrifying the Earth so that humans can no longer afford it.
Dünyayı kasti olarak burjuvalaştıran ve böylece insanların artık parasının yetmeyeceği bir dünya için çalışan varlıklar var!
Can't afford to get it wrong!
Yanlış yapmak olmaz!
But such a pretty girl can afford to be that arrogant.
Ama böyle bir kız kibirli olabilir.
I was sure this would clear up on its own, but I always think that because I can't afford penicillin.
Kendi kendine geçer sandım, gerçi hep böyle düşünürüm çünkü antibiyotik alacak param yok.
U.S. would have no more credit and be unable to afford imports.
- ABD'nin kredisi sıfıra iner ve ithalat yapamaz duruma gelir.
How did we ever afford it?
- Bunun parasını nasıl karşılarız?
Becca's father works two jobs, and he can't afford to lose either of them.
Becca'nın babası iki işte birden çalışıyormuş ve işini kaybetmeyi de göze alamazmış.
Only way we can afford this palace.
Bu eve ancak böyle paramız yeterdi zaten.
We can't afford it.
Buna paramız yetmez.