Bows traduction Turc
483 traduction parallèle
It's not even enough if he comes here and bows to you, but how dare he tells you to come or go?
Size gelip baş eğmediği yetmedi bir de ayağına nasıl çağırır?
And if there should be any curtain calls after that third act, how could I take the bows alone?
Hem üçüncü perdenin sonunda seyirciyi selamlamaya çağırdıklarında...
When that final curtain hits the floor... and what's his name, this Bellamy, when he comes out to take his bows... they're all gonna be yelling, " Renault!
Son sahnede perde inince... adı neydi, Bellamy idi galiba, selam vermek için geldiğinde... herkes "Renault! Renault!" diye bağıracak. - Öyle mi?
And the fathers are taking bows.
Yine de, babaları nasıl kasılıyorlar.
We get two bows we'll be doing very well.
İkimizde selamlamayı harika yapacağız.
No, Frank, let them take the bows.
Hayır, Frank, onların selamlamasına müsaade edelim.
Imagine, my first visit to the theater the king bows to me, and look, everyone is staring at us.
Düşünün tiyatroya ilk gelişimde kral beni selamladı ve herkes bize bakakaldı.
The smiles and bows and hypocrisy.
Gülüşler, selamlar ve iki yüzlülük.
Look at Juan over there. We do all the work, he takes all the bows.
Şu Juan'a bak. bütün işleri biz yapıyoruz, ama bütün ödülleri o alıyor.
Then he bows from the hips, and asks permission to call.
Sonra neredeyse yere kadar eğilir, ziyaret edebilir miyim diye sorar.
They seem to think that profit sharing means taking bows... on an empty stomach.
Onlar kar paylaşmayı boş mideyle selamlamak olduğunu düşünüyor.
Yes, it bows in sorrow.
Evet, kederle eğiyor başını.
I remember as he pointed out our course over the bows,
Geminin pruvasından bize rotamızı işaret ettiğini hatırlıyorum.
Your bows!
Yaylarınız!
Three encores, eight bows.
3 bis, 8 eğilme.
Now I'm down To my buttons and bows.
Şimdi kaldım Düğme ve kurdeleye
Got no swimming pool Very few clothes All we earn are buttons and bows
Çok az kıyafetimiz var Üç beş kuruşa çalışıyoruz
Then I took the two cylinders and I put them in the bows of the African Queen, right down near the waterline, so when we rammed you...
Sonra 2 tüpü Afrika Kraliçesi'nin önüne yerleştirdim, su mayını gibi oldular. Size çarptığımızda...
Nobody has said "victory or death" since people fought with bows and arrows.
İnsanların ok ve yaylarla savaştığı günlerden bu yana kimse "Zafer ya da ÖIüm" demiyor.
Bows we take together.
Başı birlikte çekeriz.
- You've got bows to take. Take them! - Darling.
- Sen başı çekiyorsun.Git onlarla ol!
I don't want so many long bows.
Yaylılar o kadar uzun çalmasın.
No bows, honey, just eight bars and off.
Reverans yok, son 8 ölçüyü söyle ve çık.
You don't have to take your bows at the center of the stage.
Reveranslarını sahnenin ortasında yapmak zorunda değilsin!
You know, the bullfighter. He had it made this way so he could stand up and take bows.
Ayakta durup alkışları kabul edebilsin diye bu şekilde yaptırdı.
- That when you stop fooling around you can go up and string their bows for them.
- Böyle aylak aylak dolaşmayı kestiğinde yukarı çıkabilir ve onlar için yayları dizebilirsin.
Armed with bows? Aye.
- Ok mu kullaniyorlardı?
A woman bows her neck, there's nothing you can do.
Kadın boynunu eğmeye başladımı yapacak hiç bir şey yoktur.
And stand on the street corner taking bows from the whole neighborhood, Mr. Jack Dempsey?
Belki sokağın köşesinde durup bütün mahalleden dayak yersin, Bay Jack Dempsey.
Master, I am a humble squire from Touraine, who bows before scientists, but allow me to ask you a question.
Ben Touraine'den gelen, basit bir adamım. Önünüzde saygıyla eğiliyorum. Ama izin verin, bir soru sorayım.
The way he bows and scrapes before the sponsor.
Destekleyicinin önünde eğilip bükülmesi.
They show the same one in theJune "Vogue" magazine... only without these little bows in the back.
"Vogue" dergisinin Haziran sayısında aynısı vardı. Şu sırtındaki kıvrımlar hariç.
Garters! Ladies'silk garters with big frilly bows.
Büyük fırfırlı ipek jartiyerler!
What's the matter? The idea of you buying garters with big frilly bows on them.
Fırfırlı jartiyerler satın aldığını hayal ediyorum da!
You're the one who ought to take the bows.
Övgüleri hak eden sensin.
Mademoiselle, age bows down before beauty!
Matmazel, yaşlılık güzelliğin önünde eğiliyor.
Calls me "sir", bows to me.
Bana, beyefendi diyor. Önümde eğiliyor.
We'll go under the bows of the fire ship.
Yanan geminin pruvalarının altına gideceğiz.
We won't be needing bows and arrows for a good long while.
Uzunca bir süre ok ve yaylara ihtiyaç duymayacağız.
A proper yakuza bows his head and politely yields the way to the common folk.
Doğru dürüst bir gangster başını eğer ve sıradan halka kibarca uyum sağlar.
They waited with arrows in their bows
Yaylarında okları bekliyorlardı.
( As the Empress approaches, the Doctor stands and bows. )
( İmparatoriçe yaklaşırken, Doktor kalktı ve selamladı. )
Use bows and arrows!
Okçuları çağırın!
And all those bows.
Bir de her yere kurdele istiyorsun.
All those bows.
Kurdeleler falan!
Silver shoes with matching bows... and fashionable heels with sling straps.
Takılarına uyan gümüş rengi ayakkabı ip askılı ve modaya uygun topuklu.
We'll be bows on to the detonation.
Patlamadan uzakta olacağız.
Break your strings, break your bows
Sazları bırakın, yayları bırakın!
- His collar tabs... - Stop taking bows.
8 kere kontrol ettim.
Stop county magistrate Wei Huaire bows to our minister
durun
My little one... The impious are preparing their bows and arrows.
Kötüler yaylarını eğiyorlar ve oklarını ip üzerinde hazır ediyorlar.