His shoes traduction Turc
1,075 traduction parallèle
Gee, I'd hate to be in his shoes.
Vay, onun yerinde olmak istemezdim.
They also took his shoes
Ayakkabılarını bile almışlar
He must have had particles of grass on his shoes, but they were probably brushed off on the carpet... and, unfortunately, the room's been cleaned.
- Onun ayakkabılarında çim parçacıkları olmalıydı ama muhtemelen halıya bastığında temişlenmiştir... - ve, ne yazık ki, oda da temizlenmiş oldu.
I have seen his clothes completely torn off, his shoes gone just scratched all over and bleeding.
Kıyafetlerinin yırtık olduğunu gördüm, ayakkabıları mahvolmuştu her tarafında çizikler vardı ve de kanıyordu.
You know, Bugatti had his shoes made to order... like gloves, with a separate big toe.
Bilirsin, Bugatti ayakkabılarını da özel siparişle yaptırır..... tıpkı eldivenleri gibi. Parmakları normalden büyük.
No, I could stop and let the man's brains run out all over his shoes.
Hayır, işi yarım bırakırım, | adamın beyni de ortalığa saçılır.
Tell him if he wants to keep his shoes under your bed, he better straighten up.
Seninle olmak istiyorsa, kendini düzeltmesini söyle.
Randolph's coming out of his shoes.
Randolph'un ayakkabıları çıkıyor.
Of course, the problem there is that he had his shoes on... when the guy was chasing him... but when we found the body, of course... he'd changed into sneakers and gym clothes.
Birbirimizden 25 ya da 50 cm'den ötede olamazdık. Onun kolunu kavradım ve mücadele ettik. Ve tabanca patlayınca, tabancaya vurup uzaklaştırmayı başardım.
Put yourself in his shoes.
Kendini onun yerine koy.
- As the ship came through the fog... we accumulated an electrical charge... like a child shuffling his shoes across a carpet.
- Gemi sisin içinden geçerken aynı bir çocuğun ayakkabılarını halıya sürttüğünde olduğu gibi elektrik yükü depoladık.
His shoes are dirty.
Ayakkabıları kirli.
- Shoulders can fill his shoes.
- Omuzcu onun yerini doldurur.
His shoes.
Ayakkabıları.
Put yourself in his shoes : he goes to bed with a woman who's very loose, very sensual.
Kendini onun yerine koy : çok gevşek bir kadınla yatağa gidiyor çok şehvetli bir kadınla.
I've asked you to investigate the exorcisms of Father Merrin not to step into his shoes.
Senden Peder Merrin'in cin kovma ayinlerini araştırmanı istedim onun yerine geçmeni değil.
- Where God lost His shoes.
- Tanrı'nın ayakkabısını kaybettiği yer.
Where God lost His shoes. That's a good answer.
"Tanrı'nın ayakkabısını kaybettiği yer." Güzel cevap!
He takes of? his shoes, picks up the gun from under the sofa, where Jackie had thoughtfully thrown it so that it would be forgotten until later, and runs like a hare along the port deck.
Ayakkabılarını çıkardı, silahı Jackie'nin akıllıca bıraktığı kanepenin altından aldı.
These are his shoes.
Bunlar ayakkabıları.
" that he had in his shoes.
" aynı kalitede olmasını istedi.
I remember staring down at his shoes.
Ayakkabılarına baktığımı hatırlıyorum.
No, but his shoes looked pretty bad.
Hayır, ama ayakkabıları fena haldeydi.
I wouldn't like to be in his shoes.
Onların yerinde olmak istemezdim.
We forgot his shoes.
Ayakkabılarını unuttuk.
He lost one of his shoes and I told him to go find it.
Ayakkabısının tekini yitirmişti ve ben de gidip onu bulmasını söyledim.
You better memorise his shoes, you might want his autograph later.
Ayakkabılarına iyi bak Norm, belki imzasını almak istersin.
And he must've had it in his shoes...
Ve herhalde ayakkabılarındaydı...
That's a complex psychological concept coming from a man who has to write L and R on the bottom of his shoes.
Ayakkabılarına L ve R yazmak zorunda olan birinden gelen karmaşık psikolojik bir görüş.
His feet were often so sore, he'd put ice cubes in his shoes.
Onun ayakları sürekli ağrıyor. Ayaklarını buzun içine koyuyor.
He sat behind me in English and tied mirrors to his shoes so he could look up my dress.
İngilizcede arkamda oturur ve ayakkabılarına ayna bağlayıp beni dikizlemeye çalışırdı.
In the interest of human charity, I wouldn't walk across the room to spit on his shoes.
İnsanlığın hayrına olacağını bilsem bile şuradan şuraya gidip ayakkabısına tükürmem.
You kissed his shoes and everything.
Sen onun ayakkabılarını ve herşeyini öptün.
Has changed his shoes.
Ayakkabılarını değiştirmiş.
Look at his shoes!
Ayakkabılarına bak!
Let one black man stop to tie his shoes or scratch his behind on Rodeo Drive... the S.W.A.T. team would parachute all down over my brother!
Bir zencinin ayakkabısını bağlamak için eğildiğini... ya da sırtını kaşımak için Rodeo yolunda durduğunu düşünün. Özel tim paraşütle kardeşimin üstüne çullanır.
Will anyone else attempt to fill his shoes?
Onun yerini başkası doldurmaya çalışıyor mu?
Sometimes his feet is too big for his shoes. "
Bazen ayakları ayakkabılarına sığmıyor. "
And, uh, you best tell your brother... to start wearin'shoes his size.
Kardeşine söyle... ayağına uyan ayakkabı giysin.
And it seems funny to me that a man would take off his shoes... without untying the laces.
Öyle.
He looks really good in his tennis shoes, doesn't he?
Ayakkabıları yakıyor, değil mi millet?
The other had in it an elegant dress-coat, a dozen fine shirts and shoes ordered in Moscow in remembrance of his mother's teaching.
Diğer çantada ise zarif bir frak, bir düzine iyi gömlek ve Moskova'dan ısmarlanan bir çift ayakkabı.
And he left you his tap shoes, right?
Step ayakkabılarını o mu verdi?
You know, he started wearing these elegant Gucci shoes under his white monk's robes.
Beyaz keşiş cübbesinin altına zarif Gucci ayakkabılar giymeye başlamıştı.
And, you know, just as he was giving me a final kick in the stomach for luck I managed to heave all over his new shoes!
Şans eseri mideme bir tekme attığında yeni ayakkabılarına kusabilmeyi başardım!
But next time you're feelin'sad and blue, don't expect old Skipper here to put on his big red nose and floppy shoes just pour vous.
Ama bir dahaki sefere üzgün olduğunda Skipper'i yanında bulmayı... ve sırf seni eğlendirmek için büyük kırmızı burnunu ve kocaman ayakkabılarını giymesini bekleme.
It's not like New York, where you can just hop on a subway... where some wino blows his lunch on your shoes... and then some mugger comes along and steals'em.
Burası New York gibi değil. Orada metroya binersin... ayyaşın teki öğle yemeğini ayakkabılarının üstüne kusar... ve sonra da gaspçının teki gelip onları çalar.
The Nose shines his own shoes, Pop.
Burun kendi ayakkabılarını parlatır baba.
He must've picked up the fragments in the treads of his tennis shoes.
Parçaları tenis ayakkabısının tabanından çıkartmış olmalı.
Then he starts moaning, rolls his eyes I check underneath the table and see him come and it lands on my shoes.
Sonra iniltiler gelmeye başladı... Masanın altına baktım... Kız beni gördü, beni de çağırdı...
His corn husks will crackle like patent leather shoes.
Mısır koçanları rugan deri gibi çatırdıyacak.