English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Anglais → Turc / [ P ] / Push it

Push it traduction Turc

4,653 traduction parallèle
Don't push it.
- Uzatma artık.
- Yeah, but don't push it.
Tamam uzatma artık.
Wait... wait, sir I'll push it down
Bekleyin... bekleyin efendim Aşağı iticem
Don't push it.
Zorlama.
Now, I suggest whatever you've got in mind for him, just push it six months.
Bu adam için aklınızda ne varsa 6 ay ertelemenizi öneririm.
You'd screw me... if you thought I'd let you, but you're enough of a gentleman not to push it.
Benimle birlikte olmak istiyorsun yani eğer buna izin verirsem. Ama buna zorlamayacak kadar da centilmensin.
Push it.
- İttir.
So why don't you go push it, fat-ass? He needs to go.
- Neden gidip sen basmıyorsun koca götlü?
Push it hard.
Daha güçlü itti.
"Push it to a stop, you can shoot most anything, even at night."
"Biraz durdurarak bas gece bile olsa neredeyse her şeyi çekebilirsin."
Push it, guys.
- İtin, itin!
Don't push it.
- Zorlama.
So the idea is that ideally we'd kind of want to get our pelvis a bit wider, but actually, female pelves are already making us less efficient than men at walking and running, and we can't push it any further?
Yani bu fikre göre leğen kemiğimizin ideal olarak bir parça daha genişlemesini istiyoruz fakat aslında leğen kemiğimiz biz kadınları yürüme ve koşmada erkeklere göre zaten daha az etkin kıldığından onu daha fazla genişletemiyoruz?
Let's push it.
Çemberi daraltalım.
I tried to push it away. I tried to forget about it.
Görmezden gelmeyi denedim.
Look, you know what? I don't want to push it, so...
Baksana, zorlamak istemiyorum.
Just push it and enter.
Kapı açık, it de gir içeri.
And I didn't push it.
Ben de zorlamadım.
- Then you know we've got a good case, but the union has to spearhead it or we can't push it through.
- Evet. Elimizde iyi şeyler olduğunun farkındasındır o hâlde. Ama bu işte başı sendika çekmezse kabul ettirmemiz zor olur.
Okay, look, if the VP did have a window, it'd be a high one and she'd push you out of it.
Eğer başkan yardımcısının programında boşluk olsa seni oradan atardı.
Now it looks like it won't push through.
Şuan ilerlemeyecek gibi görünüyor.
I push my shoulder against the secret door to see if it gives way.
Yol verecek mi diye, gizli kapıya omuz atıyorum.
See, so you just push from under, and turn it around, and boom.
Şöyle alttan ittiriyorsun sonra çeviriyorsun ve bum.
Ryan, if I'd known my behavior would have this effect on you, that it would push you to...
Ryan, eğer davranışlarımın üzerinde böyle bir etki uyandıracağını aklımdan geçirseydim seni asla...
I still find it incredible that I can push that motorcycle out here, and hit a button, and it goes, vroom!
Bana hala inanılmaz geliyor motosikleti çıkarıp, bir düğmeye basar and "vroom!" gitmeye başlar.
Seriously, don't... don't push it tonight.
Cidden. Zorlama bugün.
We used to break his bike and push him over and steal his little hat and throw it back and stuff.
Onun bisikletini kırar ve onu iterdik şapkasını çalar fırlatırdık. Bunun gibi şeyler.
( Esther ) I'll push it.
- Ben basarım.
Push it, push it. Dragon Boat number two picking up steam.
İki numaralı ejderha botu hızla geliyor.
Push, that's it, push.
Ikın, işte böyle, ıkın.
Now it's always been thought that there are constraints on the width of the pelvis, which are all about walking on two legs, that we can't actually push the hips any further apart because that would make walking inefficient, and so that means,
Hep şöyle düşünüldü : İki ayak üzerinde yürümeye bağlı olarak pelvis genişliğinde meydana gelen sınırlamalar nedeniyle kalçalarımızı daha fazla ayıramıyoruz çünkü bu yürümeyi verimsiz kılardı, bu da kafaları doğum sığmayacak kadar büyüyeceği için büyük beyinli bebeklerimizin rahimde daha fazla kalamamaları anlamına geliyor.
I usually just push a picture of her face and it dials.
Normalde fotoğrafına basardım ve arardı.
Push!
it!
No, push me this way.
su tarafa it.
Push me this way.
Beni su tarafa it.
Push me.
it.
I need to push you over here. We'll bring it out to you.
Sizi suraya çekecegim ve yemeginizi getirecegim.
All I know is push came to shove, and I realized I wouldn't let anyone hurt it.
Tek bildiğim şey bıçak kemiğe dayanınca onu kimsenin incitmesine izin vermeyeceğimi fark ettim.
I want it all back, and if I have to push him out to get it, then that's exactly what I'll do.
Hepsini geri istiyorum. Eğer bu yolda onu ittirip üste çıkmam gerekirse bunu gözümü kırpmadan yaparım.
This was a state President Obama was determined to hold against a late push from Governor Romney to take it.
Bu eyalet, Başkan Obama'nın, Vali Romney'nin son dakika atağına karşı elinde tutmak istediği bir yerdi.
Most of the time we use it to push them away.
Çoğu zaman onları uzaklaştırmak için kullanırız.
Push!
İt!
Push, push!
İt, it!
I push him back, and then I forgot about it.
Ben de onu ittim. Sonra da unuttum gitti.
And push.
İt şimdi.
It's time to push.
Artık ıkınma zamanı.
Just push while I test the thrusters.
Ben iticileri test ederken sen sadece onu it.
I said push, not pulverize.
Sana it dedim, haşat et demedim.
Push him in.
İçine it onu.
Well, I've been trying to push them to see if she's up for it, but so far...
Şey, bunu onun da istediğinden emin olmak için onlarla iletişime geçmeye çalıştım, ama şimdiye kadar...
Don't push it, kid.
- Zorlama çocuk.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]