This is all that's left traduction Turc
113 traduction parallèle
And this is all that's left?
Ve geri kalan bu kadar mı?
Now, I think there used to be a land bridge between here and Asia, and this is all that's left of it.
Burası ve Asya arasında bir kara bağlantısı olduğunu sanıyorum.
This is all that is left of us... and the winter... it comes on the freezing wind.
Geriye bu kadar kişi kaldık ve kış dondurucu soğuğuyla yaklaşıyor.
All that's left of them... is rust on the blade in this cane.
Bunların hepsi..... bu değneğin önünde can verdi.
This is all that's left of Brother Jovana.
Kardeş Jovana'dan arta kalan bu.
Now, all that's left to remember him by is this broken watch and a trapper's license.
Şimdi ondan bana kalan tek hatıra bu kırık saat ve bir tuzakçı lisansı.
- This is all that's left. - What are you talking about?
Ne diyorsun sen?
This cup is all that's left.
Bir tek bu fincan kalmış.
This is all that's left of her. This and dust.
Ondan tüm kalan bu, bu ve toz.
This stuff here is all that's left.
Geriye bir tek buradaki şeyler kaldı.
It is imperative, while there is still time left, that the TUC call a general strike in protest against this disaster which faces us all.
Hepimizi bekleyen felaketi protesto etmek için... Ticaret Odasının... hala zaman varken genel grev çağrısı yapması şart.
This is all that's left of the orphanage.
Yetimhaneden geriye bunlar kaldı.
This is all that's left of your mother's things, Pelle.
Annenin eşyalarından kalan tek şey bu Pelle.
83 years worth of livin and all that's left of me... is what's in this box, a bunch of old cards and pictures.
83 yıllık bir yaşamdan bana kalanlar... bu kutudakiler sadece, eski kartlar ve fotoğraflar.
This is all that's left... of one of the crappiest trains ever built.
İşte şimdiye kadar yapılmış en boktan trenden geriye kalanlar.
That kid's long gone and this old man is all that's left.
O çocuk çok öncedeydi ve ondan arta kalan bu yaşlı adam.
And I got into a fight over it with another starving Indian and it tumbled into the fire and this is all that's left between me and death.
Açlıktan ağzı kokan bir başka Kızılderiliyle dövüşürken... sosis ateşe düşmüş... ve ölümle aramda bu kadar bir şey kalmış.
Is this all that's left?
Bütün kalan bu mu?
This is all that's left of their house.
Evlerinden geriye bunlar kaldı.
One thing's for certain. Right now, this ship is all that's left of Starfleet.
Bir şey kesin, şu anda Yıldız filosundan geriye kalan tek şey bu gemi.
This is all that was left of teager at the crash site?
Teagar'dan geriye sadece bunlar mı kalmış?
This is all that's left. "It has come to my attention " that my section director and immediate superior, Nicholas Kudrow,
"Bölümümün yöneticisi ve şu anki üst olan Nicholas Kudrow'un, Simon Lynch'in ebeveynleri olan Martin ve Jenny Lynch'in ölümleriyle doğrudan ilgisi olduğu dikkatimi çekmiş bulunmakta ve de meslektaşım ve arkadaşım, Dean Crandell'in ölümüyle."
This is all that's left.
Bu ondan geriye kalan tek şey.
This is a place one comes to when memories are all that's left.
Buraya insan hatiralariyla basbasa kaldiginda gelir.
Uhh. This is all that's left.
Arta kalanlar bunlar.
This is all that's left of the woman who loved you as her son.
Seni oğlu gibi seven kadından geriye sadece bu kaldı.
'Cause if all that's left for us in this life is Oz, we better start thinking about what's next, what comes after.
Çünkü Oz'da bize kalan hayat artık buysa, sonrasında ne olacağını düşünsek iyi olur, sırada neyin olduğunu.
This is all that's left of your girlfriend. Now give up and surrender.
Bu kız arkadaşından geriye kalan tek kalan şey şimdi vazgeçip teslim olun.
And all that's left is this big hole, you know?
Geriye sadece şu boşluk kaldı, biliyor musun?
Can't believe this is all that's left of him.
Ondan geriye tek kalanın bu olduğuna inanamıyorum.
But now all that's left is this nightmare.
Şimdi geriye kalan tek şey sadece bu kabus
ALL THAT'S LEFT IS THIS PILE OF PAPERS
Buradaki tek şey bir tomar kağıt, çarşaflar ve bu mektuplar.
This is all that's left of my backpacking trip through Europe.
Bu Avrupa'ya seyahatim sonrası çantamda kalan bir şey.
All that's left for me is to become the biggest drunk this town's ever seen.
Artık ben ancak kasabanın gördüğü en büyük ayyaş olabilirim.
All that's left is this little mirror he used to amuse himself.
Geriye bir tek kendini oyaladığı bu ayna kalmış.
( Is this all the money that's left? )
Bütün para bu mu?
This is all that's left of a full public bus after another suicide bomber blew himself up.
Bütün bunlar, başka bir intihar bombacısı kendini havaya uçurduktan sonra tamamen dolu bir halk otobüsünden, geriye kalanlar.
Is this all that's left when you're done?
Öldüğün zaman arkanda bıraktıkların bu kadar mıdır?
This is all that's left, okay? I already told you if they're not in the bag, I can't ring them up.
Size söyledim, eğer paketi yoksa onu okutamam.
This country, all that's left for men is money and pussy.
Bu ülkede, adamlar için geriye kalan şey para ve a * c * k.
And this is all that's left of the little tyke.
Ufaklıktan kalanın hepsi bu.
This is all that's left of a once proud creation, cast aside like a bit of scrag-end.
Royston Vasey'e hoş geldiniz. Bu mümkün değil. Korkarım, mümkün.
All that's left of this boy is a tableful of bones.
Oğlandan geriye kalan tek şey masa dolusu kemik.
And this is all that's left of your past self.
Ve bunlar da geçmiş sizden geriye kalanlar.
For all that work, this is all that's left.
Bütün emeklerinin karşısında, geriye sadece bu kaldı.
Now this is all that's left.
Ama şimdi bak ne hale geldim.
It's hard to believe that this is all that's left of him.
Ondan bütün geri kalanın bu olduğuna inanmak zor.
This is all that's left.
Ondan kalan sadece bu...
In this box is all that's left of patches.
Bu kutuda o fareden geriye kalan parçalar var.
This is all that's left?
Tüm kalan bu mu?
MAYBE THE TRUTH IS ALL THAT'S LEFT IN THIS MARRIAGE.
Belki de evliliğimizden geriye kalan tek şey gerçektir.