Upsetting traduction Turc
1,349 traduction parallèle
That woman is upsetting you.
O kadın seni üzüyor.
You're upsetting the lady, Are you alright, love?
Bayanı rahatsız ediyorsun. İyi misin, güzelim?
Now you are upsetting Bobo.
Bobo'yu üzdün şimdi.
Upsetting Daddy.
Babayı üzme oyunu.
I am not a robot. Phil, honey, I know this is upsetting, okay, but you have to try to find the positive in this.
Phil, hayatım, bu can sıkıcı bir şey... ama bu olaya olumlu yönden bakmalısın.
It would help if you might explain to me what's upsetting her.
Onu kızdıran şeyin ne olduğunu söylersen çok yardımcı olursun.
As a therapist, it's my opinion that he should avoid anything upsetting.
Bir terapist olarak benim fikrim, üzücü verici şeylerden bir süreliğine uzak durması.
No, what are you doing upsetting Penny like that, huh?
- Neden Penny'i üzdün?
I hope my hesitation isn't upsetting.
Umarım tereddüt etmemden kırılmamışsındır.
Why is that upsetting? Because she's my wife.
Çünkü o benim kadınım.
How about we ID the body before we start upsetting people?
İnsanları üzmeye başlamadan evvel cesedi teşhis etsek nasıl olur?
Don't, you're upsetting him.
Yapma, onu sinirlendiriyorsun.
In the middle of the fight so violent, so upsetting that Sergeant Brown went to the bathroom, did a number two during his fight.
Çok üzücü ve şiddetli olan bu kavganın orta yerinde, Çavuş Brown tuvalete gitti, ve dışkıladı.
What's upsetting you?
Renzo'ya gittin. Beni beklettin.
Don't mind upsetting Dad for the girls!
Çalıştırdığım kızlarla beraber olmaktan hiç korkmadım!
I can see how it is upsetting for you.
Niye üzüldüğünü anlıyorum. Bu adam yüzünden- -
It may be upsetting to you, but I understand him.
Belki seni üzebilir ama ben onu anlıyorum.
Yes, I imagine this must be quite upsetting for you, Arvin.
Evet, bu senin için oldukça üzücü olmalı Arvin.
Okay, now you're upsetting the talent.
Tamam, yeteneği üzüyorsun. Çık!
Death is very upsetting to a community as tight as ours.
Bizim gibi birbirine bağlı bir toplulukta ölüm çok üzücü bir şey.
- That's not true. - You're upsetting the patrons.
Bayım, müşterileri rahatsız ediyorsunuz.
Seems Fred Bayliss was upsetting the status quo, here, at the Fulton Fish Market.
Fred, Fulton Balık Pazarı'nın durumdan üzüntü duyuyordu.
Sorry to keep you waitin', miss Hagan, and I understand this is very upsetting, so I'll try to be brief.
Kusura bakmayın Bayan Hagen. Beklettim. Can sıkıcı bir durum bu farkındayım.
It's upsetting, i know, but we'll be done soon.
Üzücü biliyorum, ama işimiz birazdan bitecek.
- This is too upsetting.
- Ve de boynundaki? - Bu çok sinir bozucu.
I mean, it's so upsetting.
Yani çok kötü bir durum bu.
I cannot imagine how such a pursuit could be any more upsetting... than the atmosphere of relentless disapproval... that you so consistently generate.
Böyle bir konunun, sürekli yaydığınız... merhametsiz hoşnutsuzluğunuzdan... nasıl daha üzücü olabileceğini aklım almıyor.
Yeah, well — I had to tell him some news that was a little bit upsetting for him.
Evet, şey--Ona bazı üzücü haberler vermek zorundaydım.
I have some potentially upsetting news.
Seni üzebilecek bazı haberlerim var.
I know it's upsetting.
Biliyorum. Bu rahatsız edici bir şey.
It's got to be embarrassing, and a little upsetting.
Utanç verici olmalı. Biraz da sinir bozucu.
- I mean, that's upsetting!
Moral bozucu. Kötü bir hayat değildi aslında.
I mean granted, Constance was going with cornish game hen- - been there, done that- - and her fetish for Brussels sprouts is upsetting. But to throw out the entire menu so close to the event?
Tamam, Constance'ın piliç yemeği daha önce yapıldı ve Brüksel lahanası saplantısı da sinir bozucu ama koca menüyü etkinlik bu kadar yaklaşmışken iptal etmek nedir?
As friends of Ella's I realize this must be very upsetting for you.
Ella'nın arkadaşları olarak çok can sıkıcı olduğunun farkındayım.
- Something upsetting you?
- Canın bir şeye mi sıkkın? - Hayır.
It's a little upsetting.
Biraz keyif bozucu.
I think you can hold off upsetting Sam.
Sanırım Sam'i üzme işini bekletmelisin.
I can't tell you how upsetting that is.
I can't tell you how upsetting that is. I'll probably be awake all night.
Just something upsetting.
Üzücü bir şey miydi?
Do you have any idea how upsetting your presence was the other night?
Geçen gece buraya gelmenizin ne kadar rahatsızlık verdiğini biliyor musunuz?
It's just upsetting.
Çok sinir bozucu da.
That's entirely too upsetting, isn't it?
Bu tamamen can sıkıcı bir durum, değil mi?
Fighting a guy is one thing. When it comes to upsetting a lady, I'm a total coward.
Bir erkekle kavga etmek sorun değil ama iş bir bayanı üzmeye gelince tam bir korkağımdır.
- Well, it's upsetting.
Şey, üzücü bir şey.
Look, I know what happened at the shop was upsetting, Look, I know what happened at the shop was upsetting, but let's try and stay level-headed. but let's try and stay level-headed.
Bak, dükkana olanların üzücü olduğunu biliyorum ama mantıklı davranmaya çalışalım.
It's upsetting.
Bir saniye.
This horrid silent business, it's most upsetting.
Bu korkunç sessizlik çok rahatsız edici.
For some reason, seeing their shirtless son with a boy straddling him was upsetting.
Her nedense tişörtsüz oğullarının vücudunu ovan bir erkek onları rahatsız etmiş olmalı.
Don't you know your presence is upsetting to us?
Varlığının bizi üzdüğünü anlayamıyor musun?
But it is upsetting.
Bu imkansız. Ne?
- What's upsetting?
Onun bir fahişe olması.