Translate.vc / Français → Turc / Fair
Fair traduction Turc
680 traduction parallèle
Oui, c'est exactement ça. Par fair-play.
Bir yanlış anlaşılma olmasın diye.
J'apprécie ce fair-play, M. Haggerty, mais voyez-vous, mon bureau m'a câblé votre "entrefilet".
Bu hareketinizi takdir ediyorum Bay Haggerty... fakat sizin şu küçük haberinizi bana telgrafla yolladılar.
Nous autres, Anglais, sommes fair-play, de nature... vous m'excusez? Drôle de femme!
Biz İngilizler doğuştan dürüstüzdür Kaçarsam beni bağışlar mısınız? İyi geceler, iyi geceler. İyi geceler.
On dit que le spectacle du Vanity Fair est très intéressant.
Vanity Fair'de ilginç bir müzikalin olduğunu söylüyorlar.
Si t'es fair-play, sers-moi la main et soyons copains.
Bir centilmensen el sıkışır, arkadaş oluruz.
, compétition à la Foire la semaine dernière,
... yarış geçen hafta Fair Grounds'ta yapıldı.
- Le Général Fair est ici
- General Thayer geldi Bay Barnes.
Et le Général Fair va vous expliquer pourquoi.
General Thayer size bunun neden olduğunu açıklayacak.
M. Sweenie veut voir le Général Fair.
Bay Sweeney, General Thayer'i görmeye geldi.
Mais Mme McCloskey n'est pas très fair play
Bayan McClosky iyi erketecilik yapamaz ama
Si vous le prenez ainsi... moi aussi je vais oublier le fair-play.
Eğer böyle oynamak istiyorsan, ben de öyle oynayabilirim!
- Vous n'êtes pas très fair-play.
- Hiç centilmen değilsiniz.
Pas très fair-play.
Hiç dürüstçe değil, değil mi?
Soyons fair-play.
Sakin olun, arkadaşlar. Oyuna sadık kalın.
Premiere étape, 30 segondes pour fair ça.
Sınavın ilk adımı bu ve yapmak için 30 saniyen var.
Il est tombé dans une embuscade, aucun fair-play.
Diğerleri onu pusuya düşürdüler. Pek hoş bir durum sayılmaz.
- Ils parlent avec les mains. - Ackerman parle anglais.
Hey, you guys ain't bein'fair to Ackerman.
- Vanity Fair.
- Vanity Fair.
Sa photo était dans Vanity Fair.
Vanity Fair'de resmi vardı.
- Non, le fair-play.
- Sadece adil bir oyun.
Pour être "fair-play", il pourvoyait aussi l'ennemi.
O kadar önyargısızdı ki, düşmana da mühimmat sağladığı söylenir.
- Très fair-play.
- Ne kadar centilmence
Enfin, et ton sens du fair-play?
Colin, nerede kaldı senin delikanlılığın?
Alors pour être fair-play, je devrais me retirer.
O zaman benim için yapılacak tek şey sportmence geri çekilmek.
Mlle Simpson, avez-vous réalisé que "Frankenstein" et "My Fair Lady" racontent la même histoire?
Bayan Simpson, Frankenstein ile My Fair Lady'nin aynı öykü olduğunu fark etmiş miydiniz?
Je ne vois pas comment "Frankenstein" et "My Fair Lady", c'est pareil.
Frankenstein ile My Fair Lady'nin benzerliğini göremedim.
Voici de quoi vous fair un sacré bénéfice.
İşte size kar getirecek bir yükle karşınızdayım.
C'est vrai, mais je n'avais pas promis d'être fair-play.
Çok doğru, ama adil mücade edeceğime söz vermemeştim.
J'ai manqué un peu de fair-play.
Bir an için gerçekte hissetmediğim şeyler söyledim.
Je croyais navement au "fair-play" britannique.
He zaman İngilizlerin kurallara uygun... oynadıklarını düşünürdüm.
Après la fancy-fair, vous revenez dans cette salle.
Sınıfları gezdikten sonra da bu salona geri dönersiniz.
La fancy-fair sera ouverte jusqu'à 22h.
Sergi saat ona kadar açık.
Oui. On peut accuser Aron d'avoir manqué de fair-play. Mais pas d'avoir manqué aux règles.
O zaman Aron'ı centilmen olmamakla suçlayabiliriz ama kuralları ihlal etmekle suçlayamayız.
C'est tout à fait normal, c'est écrit dans le Vanity Fair.
Hiç de delilik değil, magazin dergisinde öyle yazıyor.
Aucun fair-play, si vous voulez mon avis.
Bana sorarsan, kokuşmuş sportmenlik.
Il s'est lancé dans les affaires, à Fair City, près de Memphis.
Memphis yakınlarındak Fair City'e yerleşti, iş adamı oldu.
À Fair City, les gens qui ont de l'argent ne pensent qu'à jouer.
Fair kasabasında, parası olan insanlar sadece kumarı düşünüyor.
Vous êtes très fair-play.
Bir dahaki sefere iyi şanslar. Harika bir işti.
Wendy et Maynard, Jill vous attend devant le podium.
Fair Lawn kasabasından Wendy ve Mayar..., Maynard.
J'ai un fils de 19 ans. Alors, j'ai voulu être fair-play avec lui.
Onlara gereken misafirperverliği göstermek gerekiyor diye düşündüm.
Ce n'est pas très fair-play.
Ama bu haksızlık.
Ce n'est pas fair-play.
Bunu yapamazsınız.
Je sais. Tout ce que je peux te promettre, c'est que je serai fair-play.
Sana sadece geride oynaman için bir şans tanıyabilirim.
- Comme tu veux.
That's fair enough.
Mais pour les Anglais, il n'est pas fair-play de tuer de sang-froid.
Ama İngilizler soğuk kanlıca öldürmenin sportmence olmadığını düşünür.
Fair Lawn, New Jersey.
Fair Lawn, New Jersey.
Du fair-play!
Temiz oyun isterim.
Et nous avons un moyen d'éviter la merde du Fair Housing.
Müşterilere eşit fırsat tanıma saçmalığına da bir kılıf bulduk.
Au nom de l'esprit sportif, les organisateurs allemands ont choisi un arbitre neutre.
sportmenliği ve fair play'i garantilemek için Alman organizatörler tarafsız bir hakem görevlendirdiler.
La nouvelle énigme de Sidney Bruhl, Meurtre très juste, a débuté ce soir.
Sidney Bruhl'ün yeni polisiyesi Murder Most Fair'in... açılış gecesi bugündü.
Dans ce bon vieux berceau du système parlementaire, où le monsieur qui baise ma femme mérite un double scotch! ? Celle du sens de l'humour et du fair-play.
"Espri anlayışının dürüst oyun" olduğu İngiltere'de.