Translate.vc / Portugais → Turc / Inglês
Inglês traduction Turc
8,686 traduction parallèle
És inglês? Sim.
- İngiliz misin?
Não sei como se diz em inglês. Parou.
İngilizce nasıl söylenir, bilmiyorum.
Bem inglês!
Ne kadar da İngiliz.
Um jovem inglês, Jack. E uma amiga, uma jovem orfã. Que não tem para onde ir.
Jack ve yetim arkadaşının gidecek yerleri yoktu.
Como se diz em inglês?
İngilizce'de nasıl deniyor...
Temo que o meu inglês esteja enferrujado.
İngilizcem iyice paslanmaya başlamış.
- Algum de vocês fala inglês?
- Aranızda İngilizce konuşan var mı?
Como se diz em inglês?
İngilizcede nasıl söylüyorsunuz?
Não faz mal, diz em inglês.
- Endişelenme, İngilizce söyle.
Receio que esteja a bater no inglês errado, camarada.
Korkarım yanlış İngiliz'i yakaladın, dostum.
O único lugar seguro é em solo inglês.
İngiliz toprağı olan tek güvenli yere.
Mantém o inglês ocupado. Vou criar uma distracção.
İngiliz'i meşgul et, ben dikkat dağıtacağım.
Fala inglês?
İngilizce biliyor musunuz?
Gostou do meu sotaque inglês?
- İngiliz aksanımı nasıl buldun?
Entrei para a universidade para o curso de inglês. Universidade da Virgínia.
Aslında Üniversite'de okumak ve İngilizce öğretmeni olmak istedim Virginia Üniversitesi'nde.
Fala inglês?
İngilizce biliyor musun?
Dissemos que seria o tipo que não fala inglês.
Hiç İngilizce bilmeyen birine söyledik.
Vou ter de dizer o restante em inglês, se não se importam.
Sorun değilse gerisini İngilizce söyleyeceğim.
E as nossas tropas entraram, raptaram o cão, trouxeram-no para cá, ensinaram-no a falar inglês e foi como descobriram onde o Bin Laden estava escondido.
Ordumuz gitmiş, köpeği kaçırmış ve Amerika'ya getirmiş, hergeleye dilimizi öğretmiş ve Usame Bin Ladin'in saklandığı yeri öyle bulmuşlar
Como sabermos comportarmo-nos, na presença de um desconhecido, que se recusa a aprender inglês.
İngilizce öğrenmeyi reddeden bir yabancıyla..... nasıl iletişim kurması gerektiği.
Richie, os jurados querem saber se a Salima só vai cantar em inglês. Isso nunca aconteceu.
Richie, jüriler Salima'nın sadece İngilizce mi söyleyeceğini merak ediyor.
Desafiou a tradição ao ser a primeira mulher a cantar na televisão e chocou o público e os jurados, cantando em inglês.
Televizyonda şarkı söyleyen ilk kadın olarak âdetlerine karşı çıktı ve şarkısını İngilizce söyleyerek hem izleyiciyi hem jüriyi şaşırttı.
Não toleram uma rapariga Pachtun descoberta a cantar Cat Stevens em inglês.
Yüzü açık bir Peştun kızının İngilizce Cat Stevens söylemesinden hoşlanmadılar.
Em inglês, para "ajudar à minha educação."
İngilizce, "eğitimime yardımcı olması" için.
- De inglês, não é?
İngilizceydi, değil mi?
Inglês?
Kantonca? İngilizce?
O inglês nem sequer é a nossa primeira língua.
İngilizce birinci dilimiz bile değil.
Asseguram-se de que os seus próprios interesses são bem protegidos, por mais cruéis que sejam as consequências para o povo inglês, ou outro.
Ve kendi çıkarlarına çok iyi bakıldığından emin olmak ellerinden geleni yapmışlar... İngiliz halkı veya diğerleri üstündeki etkisi ne kadar ağır olursa olsun.
E agora, já falas inglês?
Öyle mi? Şimdi konuşabiliyor musun peki?
É pena seres má a inglês.
- İngilizceden çakman çok kötü.
Os teus filhos falam inglês?
- Çocukların İngilizce biliyor mu?
Nesse caso, vamos falar em inglês.
O hâlde İngilizce konuşacağız.
Mas se for você, caro britânico, o verdadeiro Oswaldo Mobray está caído numa vala qualquer e você é um inglês que encarnou a personagem.
Veya sensen küçük İngiliz asıl Oswaldo Mobray bir çukurdadır. Sen de onun evraklarını taşıyan bir İngilizsindir.
Sob o nome de "Pete Hicox, o Inglês", a guarda federal colocou-me um prémio de 50 milenas.
"İngiliz Pete Hicox" adıyla başıma on beş bin dolar federal ödül var.
- Habla inglês. - Chamámos la policia.
Şimdi policia arayacağız.
Muito inteligente, Laird, analisar a causa Jacobita pela perspectiva de um inglês.
Çok akıllıca efendim. Bir İngiliz'in bakış açısından Jakobit olayını tüm yönleriyle değerlendirmek.
É muito inteligente analisar a causa Jacobita pela perspectiva de um inglês.
Bir İngiliz'in bakış açısından Jakobit olayını değerlendirmek çok akıllıca.
Primeiramente, achei estranho... Um Lorde inglês, amigo de Jack Randall, a dar-se tão bem com um Jacobita como Dougal MacKenzie.
Black Jack Randall'ın dostu olan bir İngiliz Lordu'nun Jakobit olduğu bilinen Dougal MacKenzie gibi biriyle böyle iyi olmasını ilk başta şaşırtıcı bulmuştum.
Um nobre inglês ser amigo de um dos mais valiosos oficiais de Sua Majestade é pouco prejudicial para as nossas reputações.
Bir İngiliz asilzadesinin majestlerinin en değerli subaylarından birini arkadaş edinmesi herhangi birinin itibarına pek zarar vermez.
- Oh por favor, - Ela fala Inglês.
- Hadi ama, İngilizce biliyor o.
Ela acabou de dizer que não fala Inglês, está bem?
İngilizce bilmediğini söylüyor, tamam mı?
- Ela não fala Inglês.
- İngilizce bilmiyor.
Ele é Inglês. Ex-Militar britânico.
İngiliz, eski komando.
Ricaço inglês, expatriado nas Filipinas.
Filipinlerde yaşayan zengin İngiliz gurbetçisi.
Falo inglês. - Está bem...
- İngilizce konuşayım o zaman.
Adoro o teu inglês, parece tão americano!
İngilizcene bayıldım. Tam bir Amerikan gibi konuştun.
Prefiro o inglês.
- İngilizceyi tercih ederim sanırım.
Sim, prefiro mesmo o inglês.
- Evet, kesinlikle İngilizceyi tercih ederim.
Jean-Louis, falas inglês?
- Jean-Louis, İngilizce biliyor musun?
Falas inglês?
- Evet. - İngilizce biliyor musun?
- Porque falas em inglês?
- Tüm bu İngilizce sevdası neden?