Translate.vc / Portugais → Turc / T
T traduction Turc
138,604 traduction parallèle
Dito isto, onde estamos com o próximo talismã?
Sorun olan... -... yeni tılsımda ne durumdayız?
- Anotado.
Kayıt edilmiş.
Numa escala de um a devastada.
Tıpkı birinin ölçeğinde harap olacak gibi.
A princesa respondeu : "Chama-se Henry?"
üç konuk daha var ve prenses yanıt verdi ; Adın Henry mi?
Mas, após trepar até à janela, estava paralisado com um medo tal que me sentia trespassado por uma mão que me pregava ao solo.
Fakat adamın penceresine tırmandıktan sonra korkudan hareket edemedim. Korkum o kadar kudretliydi ki sanki görünmez bir el bütün bedenimi tutup beni toprağa çiviliyordu.
O que significa que ela é como o jogador de golfe e a esposa.
Demek ki o da bir dişli! Tıpkı amatör golfçümüz ve eşi gibi.
- Que estão presos na própria existência assim como vocês.
Onlar da tıpkı senin gibi varlıklarına hapsolmuşlar.
Essa camada protectora reflecte toda a radiação do sol.
Koruyucu tabaka, güneşten gelen bütün elektromanyetik radyasyonu yansıtıyor.
4 mil grãos por microlitro de água reflecte 93 lumens por watt.
Bir mikrolitredeki suda bulunan 4000 tanecik bir watt'a 93 lümen yansıtıyor.
Pode tornar-se um bocado complicada, mas teremos mais respostas, mais cedo.
Ortalık biraz karışabilir ama daha çabuk yanıt alırız. - Doktor Strickland!
Ele contou-me que vocês os dois costumavam fazer alpinismo no Valles Marineris.
İkinizin aletsiz tırmanış için Mariner Valley'ye gittiğinizi anlatırdı.
Ele contou-lhe aquela história? Sobre o acidente de alpinismo?
Size tırmanış kazası hakkında şu hikâyeyi anlattı mı?
Éramos uma demonstração comercial.
Tanıtım elemanlarıymışız.
Marte está no negócio da protomolécula, tal como todos os outros.
Mars protomolekül işte şimdi, Tıpkı herkes gibi.
Para Marte, pode ser o cálice que poupa um século em esforços de terra-formação.
Mars'a göre, bu küp olabilir Terra oluşturma çabalarımızın yüz yılını tıraş eder.
Com o tebasaki, ou asas de frango, a pele tem de ficar estaladiça.
Tebasaki, yani tavuk kanadının derisi çıtır çıtır olmalıdır.
Se for alta, fica estaladiça.
Sıcaklık yüksekse çıtır çıtır olur.
Sou do campo.
Taşra beni yansıtıyor.
É uma pequena caixa onde há carvão e vem com um pedaço de papel inflamável.
İçinde kömür olan küçük bir kutudur, yanıcı bir kâğıt parçası da eklenmiştir.
Há uma espécie de sentimento ficar sentado lá fora toda a noite até o Sol nascer extremamente cedo e torna-se, de certo modo, romântico que seja só no Verão.
Sabah çok erken saatte güneş doğana dek bütün gece dışarıda oturmanın bambaşka bir havası olur. Tıpkı yazın olduğu gibi ortam romantikleşir.
Põe-se o porco num barril com água a ferver e rapa-se-lhe o pelo.
Domuzu kaynar su dolu bir fıçıya koyup tüylerini tıraşlarsınız.
Para a pele ficar estaladiça, o primeiro passo é a temperatura do carvão ter de estar certa.
Derinin çıtır çıtır olması için ilk adım kömürün doğru ısıda olmasıdır.
Se o calor não atinge todo o lechon, não vai ficar estaladiço e a pele ficará como borracha.
Isı, lechon'un diğer kısımlarına ulaşmazsa çıtır çıtır olmaz, derisi lastik gibi olur.
Quero dizer, há muita coisa aqui que eles não têm lá, como... a Estátua da Liberdade.
Burada orada olmayan... bir sürü şey var. Mesela... Özgürlük Anıtı var.
Chega de desculpas idiotas, estou farto deste joguinho.
Karının bilgisayarından kanıt çaldın.
Reduzimos os impostos e os miúdos ficarão melhor do que nós ou os pais.
Vergi indirimini yansıtırız ve o çocuklar ebeveynlerinden ve bizim eski hâlimizden çok daha iyi bir konumda olur.
Essas insinuações sem provas...
Hiçbir kanıt olmadan böyle imalarda bulunursan...
Aquece-me sempre o coração quando vejo um rapaz que ainda tem o pai para se apoiar, os contactos do pai para o ajudar, os tomates do pai em vez dos seus, que ainda não caíram.
Bu yüzden hâlâ babasının omzuna yaslanabilen bir çocuk görmek her zaman yüreğimi ısıtıyor. Babasının dostlarını devreye sokan, kendi cesareti yerine babasının cesaretiyle hareket eden bir çocuk çünkü kendisi daha adam olamamış.
Comida não perecível, equipamento para purificar a água, sementes, armazenamento de DNA, medicamentos, equipamento cirúrgico.
Çürümeyen yiyecek stokları, su arındırma ekipmanı tohum bankaları, soğuk DNA deposu tıbbi gereçler ve cerrahi ekipman.
Ouvi rumores e investiguei um pouco.
Söylentiler duydum. Şirketten habersiz, kayıt dışı bir şekilde araştırdım.
Não pode dar uma festa luxuosa quando está a consumir os parcos recursos de uma cidade de órfãos...
Öyle olmam şart. Al yanaklı öksüzlerin köyü denebilecek bir yerin kıt kaynaklarını sömürüyorken müsrif bir parti yapamazsın.
A minha mulher dá-me cabo da cabeça.
Karım bu yüzden başımı sürekli ağrıtıyor zaten.
Justificação para depois, a prova de que é um bom negócio.
- Daha sonrası için bir gerekçe. Kısa pozisyon için iyi bir sav, yapılabileceğinin kanıtı.
Ashley, vais receber 6 $ da conta Paypal da Bunny e ela vai fazer-te as unhas.
Ashley, sen Bunny'e altı dolar vereceksin oda tırnaklarını yapacak.
Como uma visão antes de uma convulsão.
Tıpkı nöbet öncesi bir hayal gibi.
Se o governo encerrar, os cheques da Segurança Social podem não chegar.
Hükümet düşerse o çekler dağıtılamayabilir.
Mas já há provas suficientes para derrubar o Presidente.
Ama zaten Başkan'ı devirecek kadar kanıtımız var.
Considero-o o nosso amuleto da sorte.
- Onun tılsımımız olduğunu düşünüyorum.
Vá, vá... não quero conversas sobre amuletos de sorte.
Artık şanstan ve tılsımlardan bahsedilmeyecek.
Estar ao vosso lado, como o meu tio.
Tıpkı dayım gibi yanınızda olmak istiyorum.
- Eles vão estrangular o rio. Vão fazê-lo, senhor.
- Nehri tıkayacaklar.
- Foi descarregar o combustível.
Yakıtı diğerleriyle beraber araçtan indiriyor.
Não consigo sequer imaginar aquilo que deves estar a sentir neste momento e sei que estares presa nesta casa de loucos não ajuda nada.
Şu an nasıl hissettiğini hayal edemem ve bu tımarhanede sıkışıp kalmanın yardımı dokunmayacağını biliyorum.
Não tem coragem tal como todos os restantes impostores do mundo da arte por aqui.
Sende o göt yok tıpkı sanat dünyasındaki şarlatanlar gibi.
As tendas são muito finas.
Çadırların duvarları kâğıt gibi.
Uma prova não significa culpa.
Tek kanıt yeterli değidi.
Eu sou um abolicionista, Sr. Banneker.
Ben kölelik karşıtıyım, Bay Banneker.
É o nosso lar, como a tua Biblioteca te protege.
Bu, tıpkı Kütüphane'nin sizi koruması gibi.
No papel.
- Sadece kağıt üstünde.
Vão ser homens a subir escadas.
- Adamlar merdivenlerden tırmanacak.
- Dizem que os opostos se atraem. Claro.
- Zıt kutuplar birbirini çeker denir.