Allow traduction Anglais
15,754 traduction parallèle
- Girmene biri engel mi oldu?
- Someone didn't allow to get inside?
Buna yetkim yok.
I cannot allow that.
Benim durumum el vermez ama sen kıskançlık sancısının nasıl hissettirdiğini biliyorsundur.
My vocation doesn't allow it, but you must've felt the felt pangs of jealousy in life.
- Üzgünüm, buna yetkim yok.
- Sorry, I can't allow that.
Buna izin veremem.
I can't allow that.
- İzin veremem, lütfen gidin.
- I can't allow that, please leave.
- Buna izin veremem.
- I can't allow this.
Çünkü kanun adamlarının izin verdiğinden biraz daha fazla zamana ihtiyacımız olur.
'Cause we need a little more time than the constabulary will allow.
Eğer izin verirsem, isim kullanılmasını istemiyorum.
If I allow this, i don't want any names used.
İzin veriyorum, Bay Weber, geçici olarak.
I'll allow it, Mr. Weber, provisionally.
Bir adamın, boynu kırılmış ama bilinci açık olacak kadar oksijen alır vaziyette asılıyken, boğularak ölmesi ne kadar sürer?
How long can it take for a man to die from strangulation, hanging there with his neck broken, but enough oxygen to allow conscious brain activity?
Teröristlerin binadan helikoptere alınması konusunda ne zaman anlaşmaya varıldı?
When was it agreed, do you know, to allow the terrorists to go... from the building to the helicopters?
Şimdi de bana Yahudilerin konuşmasına izin vermeyeceğinizi mi söylüyorsunuz?
Now you're saying you won't allow the Jews to speak?
İzin vermeyeceğim.
I won't allow it.
Bunun olmasına izin vermeyeceğim.
I won't allow that to happen.
Neye izin vereceksiniz?
What are you gonna allow?
Ona izin vermelisin.
You have to just allow him.
Çocukken yaptığımız gibi yarışırsın. "Bugün beni yenmene izin vermeyeceğim." dersin.
You're just racing like we did when we were kids, just, "I am not gonna allow you to beat me today."
Çünkü dükkanlardan alınmış şeylere izin vermiyoruz.
'Cause we do not allow store-bought holes.
Gel bana, aşkım.
Allow me, my love.
Çalışanlarımızın oy kullanmasını sağlamak için asker işleri bugün iki saat erken kapatılacak.
Veterans Affairs will be closing two hours early today to allow our employees the opportunity to vote.
Neden gazetecilerin toplama merkezine girmelerine izin vermiyorsunuz?
Now, why don't you allow reporters into your containment centers? Jane :
Ama izin verin, hangimizin ödeyeceğine karar verelim.
But allow us a moment to figure out which one of us is paying.
Lütfen en azından Bay Stark dönene kadar şoförlüğünüzü yapmama izin verin.
Please, at least until Mr. Stark returns, allow me to drive you around.
Wisconsin tarihinde, dünyanın en büyük açık ocaklı demir cevheri madeninin inşasına izin veren önergenin oylanmasının ardından çevre felaketi...
After the recent passage of a bill that would allow for the construction of what could be the world's largest open-pit iron ore mine in Wisconsin's history of environmental..
Buna izin veremem.
I will not allow it.
Onlara şunu söyleyin, aile isimlerini benimkiyle değiştirmeyi kabul ederlerse onlara 25 milyon ödeyeceğim.
So, I want you to tell them that I will pay them $ 25 million to allow me to replace their family name with mine.
Kısa süre içinde ikisinin bir dizi kontrollü simülasyonda birbirleriyle etkileşime girmelerine izin vereceğim. Makine'nin kodu Samaritan'ın zayıf yönlerini bulmaya çalışacak.
Soon I'll allow the two entities to engage one another in a series of controlled simulations with the Machine code probing the Samaritan code for weaknesses.
Makine'yi açık tutup strateji geliştirmesine proaktif ve özerk olmasına izin verirsek bizimle birlikte savaşmasına izin verirsek neler yapabileceğini bir düşün.
If we keep the Machine open, allow Her to strategize, to be proactive, autonomous, imagine what She could do if we allow Her to fight with us.
Radyo gibi eski bir teknolojiyi kullanmak Samaritan ajanlarının göz önünde saklanmalarına olanak sağlar.
Using older technology like radio would allow Samaritan operatives to hide in plain sight, receive secret messages in the field, or send them to...
11 Eylül'den sonra insanlar onları güvende tuttukları sürece NSA'nın haklarında her türlü bilgiyi toplamasına çoktan razı. Ve şimdi herkes başka bir tehditten daha korunmuş olacak.
After 9 / 11, people were more than willing to allow the NSA to collect all of their personal data as long as it kept them safe, and now everyone will be safe from another threat.
Tam potansiyelime ulaşmama izin ver.
Allow me to reach my full potential.
İşte bu yüzden size katılmayacağım. Makinelerimizin birleşmesine de asla izin vermeyeceğim.
And that is why I will not join you or ever allow our machines to join.
Birinin ölmesine izin vermek bile zordur.
It's even hard to allow a man to die.
O hareketler kalıcı olarak bir boyuta geçmemizi sağlayacaktı.
The movements would allow us to travel to a dimension permanently.
Benim deneklerim ÖYD'lerinde onlardan bahsettiler ama artık Leon, onları öbür boyutlara götürecek belki de orada kalmalarını sağlayacak bazı hareketler öğreniyorlar.
So, my subjects have touched on them in their NDEs, but now... now, Leon, they are uncovering a technology of movement that-that could allow them to travel to different dimensions, maybe even stay there.
Hap, bodrumda neler olduğunu bilmiyordu ama buna izin vermesinin tehlikeli olacağının farkındaydı.
Hap didn't know what was going on in the basement, but he knew it was dangerous to allow it to continue.
Bu tünel kargonuzu eve güvenli olduğunda girmesi için.
This tunnel will allow your cargo to enter the house when it's safe.
- Delia, gemide kadına izin vermiyorlar.
Delia, they do not allow women on board.
- Bunu yapmana izin veremem.
No, I can't allow this!
Şoförlüğünüzü yapmama izin verin.
Allow me to drive you around.
Sizi oraya kadar bırakmama keşke izin verseniz Bayan Carter.
I do wish you'd allow me to drive you, Miss Carter.
Sana martininin usulüyle nasıl yapıldığını göstereyim.
Allow me to show you how to make a Martini in a timely fashion.
Durumu açıklamama izin ver.
Allow me to explain the situation.
İşte karşınızda...
Allow me to present...
Ama sen de bana zaman zaman ellerimi oğuşturmama izin vermelisin.
But you must also allow me to wring my hands from time to time.
Açıklamama izin verin.
Allow me to explain.
Bay Jarvis, şimdiden söyleyeyim. İleride neyi nasıl yapacağımıza dair fikrinizi istemiyorum, gerek de yok.
Mr. Jarvis, allow me to clarify that in the future, your opinion on how we proceed is neither wanted nor required.
Size nasıl işe yaradığını göstereyim.
Allow me to show you how it works.
Lütfen bırak götürsün.
I beg you, allow him to take you.
Akşam bari izin ver.
- Allow me an evening.