Allowed traduction Anglais
16,516 traduction parallèle
Lütfen unutmayın, kişisel elektronik aletlerin içeri sokulması yasaktır.
Please remember, no personal electronic devices are allowed inside the building.
Üç yıl falan dışarı çıkamamıştık.
We weren't allowed to go outside for, like, three years.
Egzersiz bile yapmamıza izin yok mu?
Aren't we allowed to do some fucking exercises?
Maalesef o fark etmedi, ve her şey daha da kötüye gitti.
And the fact that he didn't just allowed everything to get worse.
Beni vurman yasak.
Not allowed to shoot me.
Üye olmasına izin vermelerine bile şaşırdım.
And I'm amazed they allowed him to be a member.
- Kadınların girmesi yasak.
- Women aren't allowed. - Well, there's that, too.
Sorun da bu, her yer adam kaynıyor. Kadınların Arena Kulübü'ne girmesi mümkün değil.
Women are not allowed in the Arena Club.
Burada olmanız yasak.
You are not allowed in here.
Kulüp kurallarına göre üyelerle veya üyelerin eşleriyle sıkı fıkı olamam.
Club policy says I ain't allowed to socialize with the members or their wives.
Üzgünüm, müşteriler ile bir yere gitme iznimiz yok.
Sorry, we're not allowed to go anywhere with customers.
İlk olarak eşcinsel olduğun için sana kızmaya hakkım yoktu.
First, I wasn't allowed to get angry with you'cause you're gay.
Şimdiyse ölmene izin veremem.
Now I'm not allowed to'cause you're sick.
Eğer o elindeyse konuşma hakkı sende oluyor.
And the thing is, if you're holding it, you're allowed to speak.
Senin kurallarına göre o yarığa çekilmeme izin verip yarığı kapatmanız gerekiyordu, nokta.
You're damn right. By your own professed rules, you should've allowed me to be sucked into the rift and shut it down, period.
Onu merkeze götürmek zorunda kalacağım ki sen orada maalesef bulunamayacaksın
I'm gonna need to bring him down to the field office, and you won't be allowed to be present.
Bir şarkıyı yazmalarını emredebilirim, değil mi?
I am allowed to command a song, am I not?
Giremeyiz. Artık izin yok.
We're not allowed.
Aynı antrenman odasındaki gibi sıradanlara izin verilmiyor değil mi?
No mundanes allowed, just like in the training room, right? Wrong!
- Mutfağa bayanlar giremez.
- She comes at noon - No Women allowed in the kitchen
Hiç birimiz de büyük evin 5 metre yakınına yaklaşamıyoruz.
And ain't none of us allowed within 20 feet of the big house.
İş gününde odalara sadece onun girme izni var.
He in charge now. Only one allowed back in the quarters during the workday.
O listeyi istiyoruz ve o kızın, Bay Zogu aleyhinde tanıklık etmesine izin veremeyiz.
See, we need that list, and the girl cannot be allowed to testify against Mr. Zogu.
Evlat, çocuklara tek başlarına izin verilmiyor artık.
Son, kids aren't allowed on their own anymore.
Sırf siyah olduğu için o kelimeyi kullanamaz.
Just because he's black--he's not allowed to use that word.
Büyükbaba, küçük kâğıtlar içinde değillerse ilaç kullanmamalısın.
Grampa, you're not allowed to take dangerous drugs unless they're in a little paper cup. Listen here.
Burada damsız halde bulunamazsın böyle!
Unescorted women like you aren't allowed in this era!
İznim yok demiyorsun da.
You're not allowed to, you mean?
Ama bu bildiklerim onun sadece bir yanı. Bana gösterdikleri bu kadar.
But that's just the part of him I know... that he's allowed me to see.
Hadi ama, Wendy Axe Fonu'ndaki birikimin tabii çekmene izin verirlerse saadet zinciri gibi bir şey değilse...
Oh, come on, Wendy. The money that you have in Axe's fund... if you're allowed to take it out, if it's not just a Ponzi scheme...
Tüm şirketi ele geçirmesini kendi adını vermesini sağlamış.
It allowed him to take over the firm, rename it for himself.
Çünkü bunun olmasına izin verdik.
For we had allowed this to happen.
Düğünlerde ne yapacağımı hiç bilemedim fazlasıyla içip, uygunsuz birileriyle birlikte olmak mı ki benim düğünüm de bunu yapmaya iznin yok.
I never know what to do at a weddings except drink too much and sleep with inappropriate people which you're not allowed to do at your own wedding.
Benimle konuşma iznin olduğunu biliyorsun, değil mi?
You do know you're allowed to talk to me, right?
Bu konuyu açmasına izin vermeyeceğini söylemişti.
He said that you said he's not allowed to bring it up.
Peki başka bir prensin özgür olmana izin vereceğini mi sanıyorsun?
And do you suppose any other Prince would have allowed you to be free?
Çünkü hiçbir kadının kutsal metinler üzerinde çalışmasına ya da uğraşmasına izin verilmemiştir.
Because no woman has ever been allowed to study or work on the sacred texts.
Orada kalıp ölebilirdim fakat kaderin garip cilvesiyle yeni bir hayatım oldu.
And there I would have stayed and there I would have died... but for a strange working of fate that allowed me a new life.
Onun sahibine şeytani varlıkları izlemek için imkan verdiği iddia edilir.
Claimed it allowed her to track demonic presences.
Abbie'yi bulmayı o kadar çok istiyordun ki bir iblis ile uğraşmayı göze aldın.
You wanted to find Abbie so badly you allowed a demon to play you.
Ama geçtiğimiz ay,... tek taraflı bakış açımın görüş alanımı etkilediğini fark ettim.
But in the past month, I have allowed nothing but my single-minded drive to fill my field of view.
Erkeklerin fatih olduğu bir kültüre gerileyerek bu dünyadaki yerini bulabildi.
Regressing to a culture where men were conquerors has allowed him to find his place in this world.
Burada sigara içiliyor mu?
Am I allowed to smoke in here?
Politik düşüncelerimin kararlarımı etkilemesine izin verdiğim için çok pişmanım.
And I deeply regret that I allowed my political leanings to compromise my better judgment.
O işareti aşmaya izin müsün?
Are you allowed to go past that sign?
- May, göreve gitmeme izin verilmese de burada elimden gelen yardımı yapabileceğime eminim.
- May, if I'm not allowed to go on the mission myself, then I'm sure as hell gonna do everything I can from here.
Seninle konuşmama izin mi veriyordu?
That allowed you to talk me down?
Eğer bir tehdit olduğunu ve Chicago'da izin verilmez.
You're a threat, and you're not allowed in Chicago.
Moğol halkının, hırsız domuz Kubilay'ın seçimi ceza çekmeden çalmasına müsaade ettikleriydi.
That the people of Mongolia allowed the fat fuck of a thief Kublai to steal the election with impunity.
Sonra yine, birkaçımız bu durumun olmasına izin verirdi.
Then again, even fewer of us would have allowed that situation to develop.
Çıkmamıza izin vermediler.
We weren't allowed to leave.