Blazing traduction Anglais
603 traduction parallèle
Bu toprakların keşfi için İngiltereden gelenler oldu.
We're blazing a trail that started in England.
Ve binlerce ateş kırmızısı gözleri olan fareler gördüm. Onunkiler gibi, sadece daha küçükleri.
And I could see that there were thousands of rats with their eyes blazing red, like his, only smaller.
Cayır cayır yanıyorlar!
They're blazing hot!
Şoförün yanındaki adamda hem çifteli hemde tüfek vardı arkadaki iki herifte otomatik makineler.
Guy next to the driver had a shotgun and a rifle and two guys in the back blazing at them with machine guns.
Joseph Wilson için hapishaneyi cehenneme çeviren ilk ateş.
The first brand that transformed that jail into a blazing stake for Joseph Wilson.
Alevler çıkıyor.
It's blazing.
- Evet. Geceleri her köşeye yanan tar fıçıları koyuyorlar.
At night they set tar barrels blazing on every corner.
Kurbağa Surat, Thuggları kızıştırıyor.
It's young Toad Face blazing up the Thugs.
Red ile tayfası ateş etmeye başladı.
Red and his crew start blazing'away.
Aziz Cyr Dükü'nün şatosunda. "
"in the blazing hot rooms of the Duke of Saint Cyr's castle."
Sensir Dükü'nin sımsıcak evinde insnlar otururken ve diğerleri orada yırtık elbiselerle rüzgarda donarken böyle bir hayat sürmeye utanmıyor musun?
You're living this wonderful life while those poor people have tattered clothes.. out in the howling wind, while the Duke of Sensir has blazing hot rooms...
Kasabayı bu suçluya karşı iyice azdır.
Keep the town blazing hot against this criminal.
Takip etmemiz için işaretler bırakmış.
She's blazing a trail for us.
Evin bu kanadı alevler içindeydi.
All this side of the house was blazing.
Boş elleriyle Makinalı tüfek ateşinin üzerine yürüdüler..
They walk empty-handed into blazing machine-gun fire.
Zaman ateşin iyice harlandığı ve bekçiye gömmesi için kediyi verdiğin zamandı.
The fire was blazing when you took the night watchman to bury the cat.
Arizona'nın buharını göstere göstere üsse dönmesini bekliyorum 14 inçlik parlayan silahlarıyla ve donanmadaki en iyi aşçı sobasıyla.
Just looking for the Arizona to come steaming up to base with her 14-inch guns blazing and the best cook stoves in the Navy.
Parlak bir yıldız bir ahırın üzerini aydınlatıyordu... ve bilge adamlar doğum günü hediyeleriyle geldiler.
A blazing star hung over a stable... and wise men came with birthday gifts.
Bu genç bayan içeri girip yanarak tutuşmaya başlayan bir adam beni atladı.
A hold-up man jumped me when this young lady came in and started blazing away.
Parıltılı ışıklar içinde "Hannah Hewes".
"Hannah Hewes" in blazing lights.
Bir akşam, yaz günlerinin kavurucu güneş ışıklarını izlerken... her yerde sessizlik hakimken, cennetin kapılarına uzanan yoldaydık.
One night, following a scorching summer's day of blazing sunlight... The silence was vast, reaching all the way to the vault of heaven.
Bu parlak kayalar arasında o kadar çok kaldım ki, göremiyorum.
Been in these blazing rocks so long I can't see.
Güneş batarken 70'li yılların öncesine döndük
When the sun was blazing down 'Twas back in the early'70s
Takviye kuvvetlerin gelişini ufukta görebilmek için alevlerin içinde geçen 8 gün...
Eight freezing nights of roaring gunfire, eight blazing days of searching the horizon for a sign of the relief column.
Alev alev yanan adada soğuk yahni.
Cold stew on a blazing island.
Elbette. Şiddetli silah sesleri duyulan alev alev yanan bir ada.
A blazing island with a tempest of gunfire around it.
Çok sıcak gölgede 45 derece, her yerim terliyor sonra birden, güm! Her şey yerle bir oldu.
It's blazing hot 120 in the shade, sweat gushing off me when all of a sudden, boom!
Sinirden köpürdüğünü görebiliyordunuz.
We could see Shep was blazing mad.
Gerçek bir şömine mi yoksa nemli dumandan yapılan şu İngiliz şeylerinden mi?
A real, blazing fire? Or one of those English things made out of damp smoke?
Gerçek bir şömine.
A real blazing fire.
Güneş tepemizde bizi kavuruyor, sıcak kumda süründük.
The sun blazing down on us, we crawled over the hot sand.
" Bir meşale gibi... yanarken sen... sarar etrafını kızgın alevler
" So often are you as a blazing torch with flakes of burning hemp falling about you.
Dişi deniz kaplumbağaları yılda bir kere kumda bir çukur kazıp yumurtalarını bırakmak için ekvatoral denizden volkanik adanın cayır cayır yanan sıcak kumsalına sürünerek çıkar.
Once a year, the female of the sea turtles crawls up out of the equatorial sea onto the blazing sand beach of a volcanic island to dig a pit in the sand and deposit her eggs there.
Yapamadım, Sebastian beni bırakıp, tüm o kavurucu ekvatoral günü göremeyecek kadar karanlık olana dek yelkenlinin gözcü yerinde sahildeki o şeyi, izleyerek geçirdiği Encantadas'taki o son gün bile gerçeğin dehşetiyle yüzleşemedim.
I couldn't, wouldn't face the horror of the truth even that last day in the Encantadas when Sebastian left me and spent the whole blazing equatorial day in the crow's-nest of the schooner, watching that thing on the beach until it was too dark to see.
Sonra bir gün plaja gitmeyi bıraktıktan bir kaç gün sonra cayır cayır beyaz bir gündü.
Then one day a few days after we'd stopped going out to the beach it was a blazing white day.
Sıcak mavi bir gün değil ama sıcak beyaz bir gündü.
Not a blazing hot, blue day, but a blazing hot, white one.
Kavurucu bir sıcak vardı...
A blazing white hot, it...
Kavurucu sıcak sokakta takip ediyorlardı.
They were following. They were following up the blazing white street.
Kızgın güneş batıda ufka kavuşurken... dağda rüzgar hızını kaybederken... tarla kuşunun nağmeleri sessizliğe karışırken... tarlalarda çekirgelerin sesleri kesilirken... deniz köpüğü uyuyan bir bakire gibi dinlenmeye çekilirken... ve alacakaranlık başıboş dünyayı sararken... yurduma dönüyorum.
When the blazing sun hangs low in the western sky... when the wind dies away on the mountain... when the song of the meadowlark turns still... when the fileid locust clicks no more in the fileid... and the sea foam sleeps like a maiden at rest... and twilight touches the shape of the wandering earth... I turn home.
Ama gene de Kızgın güneş ufka kavuşurken... rüzgar hızını kesip deniz köpüğü uykuya çekilirken... ve alacakaranlık başıboş dünyayı sararken... yurduma dönüyorum.
Yet still when the blazing sun hangs low... when the wind dies away and the sea foam sleeps... and twilight touches the wandering earth... I turn home.
Kızgın güneş batıda ufka kavuşurken...
When the blazing sun hangs low in the western sky- -
Yanan Van Allen kuşağı bir ölüm ve yıkım yolu açmayı sürdürüyor.
The blazing Van Allen Belt continues to spread a path of death and destruction across the world.
Yanan ormanlardan açık düzlüklere kaçan terörize olmuş vahşi hayvan sürüleri kuruyup çamurlaşmış su gölcüklerinin yakınında ölüyorlar.
Terror-stricken herds of wild animals fleeing from the blazing forests to the open plains are dying of thirst around mud-caked water holes.
300 Yunan savaşçının kendi ve bizim hayatlarımızı ve özgürlüğümüzü korumak için savaştıkları parlak günün hikayesidir.
Of a blazing day when 300 Greek warriors fought here, to hold with their lives their freedom... and ours.
.. Ve size gece gökyüzünü bir havai fişek gösterisine dönüştüren... meteorların bu heyecan verici gösterisini hatırlatıyoruz
And we remind you the spectacular display of meteorites is turning the night sky into a blazing display of fireworks.
"O Sun, tam zamanıdır..."
"O Sun, it is the time of blazing reason..."
Güzel ve büyüleyici bir görünüme sahip kızıl saçlı şiir tarafından uzun zamandır bekletmesinin nedeni bu.
This blazing reason long awaited by the poet has the charming appearance of an adorable redhead.
Yanan güneş altında bütün bir gün.
All day long in the blazing sun.
Aniden yakıcı güneşin altında, saatler boyu egzersize çıkıyor.
Suddenly, he's drilling for hour after hour in the blazing sunshine.
- Çok hızlı yanıp tutuşacağım.
- I will be blazing fast.
Franz bir şey. Franz, Franz... - Albertzart.
And you, your head, your face are caught in the frame with the lights blazing.