Desperate traduction Anglais
7,852 traduction parallèle
Çünkü çaresizler ve korkuyorlar.
Because they're desperate. They're scared.
Tekrar görüşmek istersen, bir telefon kadar uzağındayım.
If you're desperate to see me again, let me know.
Şimdi kurtuldum ve bir ısırık daha almak istiyorum.
But now that he's almost out of my system, I'm desperate for another hit.
Başbakan böyle basit ve çocukça bir şey yaptığına inanamıyor.
Prime Minister cannot believe you would resort to such a desperate and childish move.
Umutsuz insanlar alabildiklerini alırlar.
Well, desperate people take what they can get.
Yardım için Guthrie'nin neden bu kadar umutsuz olduğunu anlayabiliyorum.
I understand why guthrie's so desperate for help.
Uzmanları ikna edebilmek için her şeyi göze almıştım.
I was just so desperate to get the experts on board that
- Adam üzgün değil, çaresiz.
He ain't sad about it, he's desperate.
Gözükara olman gerekir.
You're supposed to be desperate.
Onlar şu anda umutsuz.
They're desperate right now.
Biraz umutsuzum.
I'm a little desperate.
Bana geldiğine göre gerçekten çaresiz olmalısın.
You must be desperate if you're coming to me.
Çaresizim. Bir saat içinde sınıfta olmalıyım.
I'm desperate, I've got a class in an hour.
Üzgünüm, bu sabah çok çaresiz durumdaydım.
I'm sorry, I was in a desperate situation this morning.
Zaten Naina Sood da bugünlerde oldukça umutsuz.
Anyway Naina Sood must be quite desperate these days.
Yılda 6.75 milyon için her şeyi göze alırsın.
You're desperate for 6.75 million a year.
Bizim sadakaya ihtiyacımız yok.
We are not desperate for hand-outs.
Ben ailesini korumaya çalışan her şeyi göze almış bir adamım.
I'm a desperate man, just trying to protect my family.
Herkes çaresiz duruma düşüyor.
Everybody's getting desperate.
Kötü durumda olanlara dağıtacağız. Çaresiz ve açlıktan ölmek üzere olanlara.
And we're gonna ration it off to the people who are worse off, the people who are desperate and starving.
Kampta açlıktan kırılan insanlar var.
We have people back at our camp in desperate need of food.
Herkes eğleniyormuş görünme konusunda çok çaresiz duruyorlar. Yalnızca umutsuzlukları hissediyorsunuz.
Everyone seems so desperate to appear joyful, one senses only their despair.
Böylelikle, Guatemala'da yaşayan ve çaresizce cinsiyet değişimi ameliyatına ihtiyacı olan kız kardeşine para gönderebilmesi için kolaylık sağlayacak.
So it'll be easier for her to send money back home to her sister who's in desperate need of gender reassignment surgery.
- Çok nadir bir kan grubu olan organ bağışçısı bir kurban buldum. Aynı zamanda çaresiz bir şekilde kalp nakli bekleyen bir milyoner için mükemmel bir donör.
- I've discovered a victim who just happens to be an organ donor with a very rare blood type, who also just happens to be the perfect match for a billionaire who is in desperate need of a heart transplant.
Çaresiz olmalısınız.
You must be desperate.
Çaresiz olmadığınız sürece öyle bir şey yapmazdınız.
You wouldn't try it unless you were desperate.
Hafife aldığım şey artık onlar için bu kadar önemliysen ne kadar çaresiz oldukları.
Underestimated how desperate they must be if you're this important to them now.
Sıra dışı olaylar sıra dışı çözümler ister. Ben de varım.
Desperate times, desperate measures.
Adam da ya giderek çaresizliğe kapılıyor ya da daha da cüretli davranıyor.
Well, he's either getting more desperate... or more confident.
Umutsuz zamanlar diyelim o halde.
Hmm. Desperate times, I suppose.
Benden para isteyen sensin.
You're the one who came to me desperate for cash.
Ve o andan sonra, Jane ne zaman kendini çaresiz hissetse, sık sık kendini duaya verdi.
And from that moment on, when Jane felt especially desperate, she would often turn to prayer.
Çaresiz gözüküyor.
He's desperate.
- Eğer o tuşa basarsam siteye bakan dünyadaki herkes umutsuz bir zavallı olduğumu bilecek.
- If I press that button, everybody in the world who looks at this site is going to know I'm a desperate loser.
Ama anne, onların hepsi de umutsuz zavallı.
But Mom, they're all desperate losers, too, so...
- Oldukça umutsuz görünüyordu.
- It seemed quite desperate.
Saf, tutkulu, çaresiz sevişme.
Raw, passionate, desperate love.
Annenin cinayetini çözmeye kendini ne kadar adadığını biliyorum.
I mean, I know how desperate you are to solve your mom's murder.
İçimden bir ses ona güvenmemem gerektiğini söylüyordu ama yine de güvendim. İyileşmeni çok istiyordum çünkü.
Everything in my gut was telling me not to trust him, but I did, because I was so desperate to see you okay.
Yardımımı istediğine göre çok çaresiz olmalısın. Anlat derdini.
Must be pretty desperate to come asking for my assistance, but I'll bite.
Kız kardeşim umutsuzdu.
She was desperate.
Asıl umutsuz olan sizdiniz, öyle değil mi?
It was YOU that was desperate, wasn't it?
Korumayı o kadar istediği sır buydu.
That's a secret he was desperate to keep.
Belki sevgiye muhtaçsın.
BRANDO : Maybe you're desperate for love, always have been in your life.
- Çaresizce uyduruyorsun.
- That's desperate talk.
Shaw'ı bulma konusunda o kadar çaresizsin ki bana her şeyi söylemeye hazırsın.
So desperate to find Shaw, you're willing to say anything to me.
Umutsuz ve çıldırmış bir haldeydi.
She was desperate, possessed.
Kurbanın umutsuzca anne olmak isteyen bir melez tarafından öldürülmüş olabileceğini hatta katilin çocuğun babası olduğunu gizlemek isteyen bir İngiliz olabileceğini.
That the victim was murdered by an Anglo-Indian woman, desperate to become a mother. Or even a British man, desirous of keeping his paternity secret.
Kaynağı takip edilemez paravan bir şirketten ödeme alıyor.
He was desperate for money. He receives a payment from an untraceable shell corporation.
Eğer bu doğru ise, deneyi her kim yaptıysa çaresizce Chris Jacoby'i arıyordu.
If that's true, whoever did the trial must've been desperate to find Chris Jacoby.
Vahim, tehlikeli olanlardan.
A desperate, dangerous one.