Lc traduction Anglais
3,553 traduction parallèle
İhtiyacınız olan tek şey bir kıvılcım!
You just need the spark!
Bunu biliyorsun. Ama çoğu insan, seks hayatlarında bu kadar akılcı olmayı sevmez.
But a lot of people just don't like it when other people are so rational about their sex lives.
Belki de daha akılcı bir yaklaşımın...
Don't you think that maybe a more subtle approach- -
O köpeği bulup bana getirmezsen Yüzüne şu tavayla öyle bir akılcı yaklaşırım ki...
I will subtly approach your face with a frying pan if you don't get me that dog,
Bu Ivy'nin kıvılcımı.
It's Ivy's spark.
Bir kıvılcım vardı.
There was a spark.
- Bir kıvılcım.
- A spark.
- Evet, bir kıvılcım.
- Yeah, a spark!
Elmasın karanlığındaki kıvılcımı unutmak, en güneşli günün kıyısında kalan gölgeleri görmemek kolaydı.
'It was easy to forget the sparks of darkness in the diamond,'the shadows in the corners of the brightest day.'
Bu parayı daha akılcı harcarsak, eleman alır, dugnad'lardan kurtuluruz.
We spend that money more wisely, hire help, get rid of the dugnads.
Kızılcık yetiştirdiğin bir tarlan olsa idrar yolu enfeksiyonuna çare bulamazsın sen.
You couldn't cure a UTI if you owned a cranberry farm. Hey!
Onu o kadar çok seviyorum ki benden istediği için senin o koca kafanı yere sürtüp kıvılcım çıkarmayacağım.
I love her so much that I'm not beating your fucking head against the ground right now because she asked me not to.
Bu durumda onun oğlun olduğunu kabul etmek akılcı bir yol olmaz mı?
In that case, wouldn't it be preferable if you chose to believe he was your son?
Ve imparatorlarının kaderi bunun kıvılcımı olabilirdi.
And the fate of the Εmperor could be just the spark.
Ben o kıvılcımın bir parçasıydım.
I was part of that fever.
Patates püreli krep ve kızılcıklı jöle eşliğinde.
- With mashed potato pancakes... -... and cranberry jelly.
Sarah'ı bulabilirsen, belki kıvılcımlar yine çakar.
And if you can find Sarah, maybe you can spark some of these memories.
Annemle aranızdaki kıvılcıma neden olan şey neydi?
What magic did you cast on mother.. .. which I couldn't get off?
Dün gece sızmış olabilirim ama hala havadaki kıvılcımı fark edecek kadar bakış açım vardı.
I may have passed out last night, but I was still perceptive enough to pick up on those sparks.
Birisi sana tepesinde kızılcık olan bir krem şanti gönderdi.
Someone ordered you whipped cream with a cranberry on top.
Kıvılcım çıkar.
There are sparks.
Kıvılcım bile değse havaya uçurur.
One spark and it explodes.
- Çok olmadı, dört yılcık.
Not long, four years.
Bacaklarımın arasındaki ateşi söndürmek için yeteri kadar kızılcık şurubu yok maalesef.
There's not enough cranberry juice in the world to put out the fire that's burning between my legs.
İşte kızılcık şurubun.
Here's your cranberry juice. Thank you.
Önü açık ayakkabı giyersen ayaklarına kıvılcım gelebilir.
You got nails in the soles? You get sparks. Ugh.
5 yılcık?
Five years?
Bak, sadece olaylara biraz daha akılcı yaklaşalım diyorum tamam mı?
Look, I'm just asking that we be rational here. Okay?
Gökler binlerce kıvılcımla boyalıdır, fakat sadece biri yerini korur. *
The skies are painted with thousands of sparks, but only one holds its place.
Gözlerinde bir kıvılcım gördüm, ve bundan hoşlandım.
I see a fire in your eye, and I like that.
Bu akılcı yaklaşım, adanın sunduğu sınırlı ortamda onları çok başarılı kılıyor.
This generalist approach makes them very, very successful in the limited environment that an island represents.
- Ve proje kıvılcımlar içinde patlar.
And a project bursts into flames.
Ortada aşk kıvılcımı yok gibi, anlıyor musun?
There doesn't seem to be that spark of love, you know?
"Ateşten çıkan kıvılcımlar gibi alev alevdirler oldum olası."
They flame as sparks from a fire and last as long.
Devrilen bir beherglas ya da aniden çıkan bir kıvılcım, meslek hayatınızdan fazlasını alıp götürebilir. Bu yüzden güvenli ve sarsıntıdan uzak bir ortamda çalışmak için her önlemi alırsınız.
When a stray spark or dropped beaker could end more than just your career, you take every precaution to operate in a safe, stable environment.
- Sahnede çırılçıplaktım...
I was on stage naked...
Beraber birçok anlamda çırılçıplak olduk Han.
We have gotten naked together in more ways than one, Han.
Çırılçıplak olun.
Get nude.
Kaburgaları çok narin, balık kılçığı gibi duruyorlar.
His ribs is that delicate, they look like kipper bones.
Geri döndüğümde çırılçıplaktı ve vücudu yağa bulanmıştı.
"and when I returned, " he was completely nude and covered in oil...
Bütün gün çırılçıplak gezdiğim iş için.
What I do all day. Dressed like a whore.
32 kiloluk Tilapia'nın kılçıklarını ayırıyorlar.
Deboning 70 pounds of tilapia.
Benim ilişkilerim, kılçıklı ve hızlı oldu.
They get stringy fast.
Kafama poşet geçirip ana caddede çırılçıplak gezsem millet yine ben olduğumu anlar.
I could walk down Main Street naked with a bag on my head. - Folks would still know it was me.
Elimdeki polis raporuna göre yabancı birinin odasına habersiz girip çırılçıplak soyunmuş ve yatağa tahrik edici bir şekilde uzanmış.
Ma'am, according to this police report, he, uh, broke into a stranger's room, stripped naked... and then posed provocatively on the bed.
Gördüğüm kâbusta, çırılçıplak bir halde suyun altına doğru itiliyordum.
I was being pushed under the water naked.
Kılçığı çokmuş.
Looking kind of stringy.
Yani biraz kılçıklısın, muhtemelen biraz zorsundur da.
I mean, you're a little stringy, but you're probably very elusive.
Bu bir Queensland orfozu. Büyük Set Resifi'nde yaşayan en büyük kılçıklı balıktır.
This is a Queensland grouper, it's the largest bony fish that lives on the Great Barrier Reef.
Hem de çırılçıplak.
But nude.
Son hatırladığım şey peri kılıklı fedailerin suratıma ışın tutmasıydı. Uyandığımda çırılçıplaktım.
Last I remember, we was getting blasted out of there by those fairy bouncers and waking up buck naked.