Parlak traduction Anglais
10,047 traduction parallèle
Turuncu o kadar parlak ki, neredeyse etrafını saracak gibi.
The orange is so bright, it's almost bleeding into the air around him.
Parlak bir geleceğin var Mollie.
You got a bright future, Mollie.
Senin de parlak bir geleceğin var mı?
You have a bright future?
Bu parlak bir fikir!
That's a brilliant idea!
Ailen için o parlak zırhlı bir şövalye olacak!
For your parents he will be like a knight in shining armor!
Bizim parlak geleceğimiz hakkında düşünüyorum.
I am thinking about our bright future.
İkinizin de parlak fikirleri var. Ama onun fikirleri burada çalışmaktan öteye gitmedi. Halbuki senin fikirlerini, kalbin içtenliğin, mizahın, daha da arttırdı.
You both have mental sparks, but his brilliance subtracted from the experience of working here whereas your brilliance, your heart your warmth, your humor, it just adds to it.
Eski bir öğrencim, çok da parlak değildi.
He's a former student of mine, a somewhat unremarkable one.
"Sevgili Bayan Kringle gözlerin çimler kadar yeşil tebessümün güneş kadar parlak tenin kar tanesi kadar beyaz hayatın eğlenceli gibi görünüyor."
"Dear Miss Kringle, " your eyes are as green as a meadow. " Your smile is as bright as the sun.
Çok parlak fikirleri var.
Fitz has a lot of ideas.
Tıpkı kelepçeye benzeyen parlak pembe şeritler.
Bright pink bands like bracelets.
Sizin yardımınızla, herkesin yakın zamanda gerçekleşen saldırıdan etkilenmiş herkesin ve Hell's Kitchen'i evi olarak gören herkesin daha parlak bir gün görmesini sağlayacağız.
With your help... we can ensure that everyone... that was affected by the recent attacks, and all who call Hell's Kitchen their home, will see a brighter day.
Işık çok parlak!
Bright light!
Bebeğin kalbindeki bu parlak noktaya ekojenik odak denir.
This bright spot on the baby's heart is called an echogenic focus.
Hatta daha da parlak çünkü yanımda sen olacaksın.
Even brighter because you will be by my side.
Geleceği parlak birer bilim adamlarıydık. Sonra birden her şey Tess'in ölümüyle değişiverdi.
We were promising young scientists, and then everything changed after Tess died.
Aslına bakarsanız parlak kırmızı kıyafete takıldım ben.
I have to say, I'm really digging the brighter red suit.
Parlak bir zekan var James, baban gibi.
You have a hard head, James, just like your father.
Harlan neye sahip Levrek? - Parlak bir geleceğe.
We believe Harlan has a what, Seabass?
- Evet, parlak bir gelecek.
That's right, bright future.
Zarif, aynı parlak kızıl saçlar.
Slim, with flaming red hair.
Bir de parlak bir referans olsun yoksa bunu İnsan Kaynakları'na e-postayla gönderirim.
And a glowing recommendation, or I email that to HR.
Görüş alanlarındaki en parlak obje tarafından cezbedilirler.
They're quickly drawn to the shiniest object in their field of vision.
Sen ve senin hayal kırıklığı yaratan parlak şeyler hayranlığın.
You and your disappointing love of shiny things.
Geleceğin parlak senin genç.
- And you're going places, kid.
Efendi Wriothesley, parlak genç adamlara her zaman ihtiyacımız var.
Master Wriothesley, we're always looking for bright young men.
Sadece yangın ile yanan, onun parlak gözlerini gördüm!
Not it. Just it's eyes, burning like flames.
Parlak bir tasarımcıdır kendisi.
She's a brilliant designer, right?
Bu diğerlerine istinaden daha bir parlak duruyor.
It's a bit more polished than the rest of this.
Dediğiniz gibi, parlak bir geleceğim vardı.
Well, like you said, I had a bright future.
- Parlak.
- Shiny.
En azından, Alex'in parlak zekasını kimden aldığını biliyoruz.
Well, at least we know where Alex gets his brain from.
Zırhım, çok parlak.
My armor, it's too shiny.
Sanırım sende istemiyorsun, çünkü sen bir kolej çocuğusun ve bu nedenle baya parlak biri olmalısın.
I'm guessing you don't want to, either, because it's my understanding you're a college kid and therefore must be pretty bright.
Ama karanlıkta tek parlak ışık iyi adamların kazanmasını sağlayacak Steve McGarrett gibi adamların olduğunu bilmektir.
But the one bright light in all the darkness is knowing that men like Steve McGarrett are out there, making sure the good guys always come out on top.
Hepimiz parlak bir zekân olduğunu biliyoruz.
We all know what an amazing mind you have.
Parlak bir geleceğin var derdim tabi bir geleceğin olduğunu varsayarsak.
I'd say you had a bright future... assuming you have a future.
Şu parlak kuleye bak?
Look at this fucking shiny tower, huh?
Parlak kırmızı!
Bright red!
Kırmızıydı, parlak kırmızı.
They're red, glowing.
Geri iade edemediğimiz bu şeyi, karşılayamayacağımız parayla aldın kim bilir hangi sebeple, ve son parlak fikrin de, onu üzerinde "beyninize bir el atın" yazan levhayla bahçeye koymaktı.
You bought this thing we can't return with money we don't have, nobody knows why. And your latest idea is to put it on the quad with a plaque that says give a hand to your brain.
Tüyleri o kadar parlak ki. "
"Their feathers are just too bright."
HKM'deki en parlak biyokimyager olduğunu söyledi.
He said you were the most brilliant biochemist in the entire CDC.
Parlak halini seviyorum.
I like it gleaming.
Eskiden odadaki en parlak ışık sen olurdun. Artık yok gibisin.
You used to be the brightest light in the room, now you're absent.
Hayatının parlak bir noktasındaydı.
It was the highlight of her life.
Annie parlak bir yazar ve -
Annie is a brilliant writer, and, uh...
Başka parlak fikrin var mı
Got any other bright ideas?
Çok parlak.
It's radiant.
Şunun küçük parlak şapkasına bak kurbağa. Vırak.
Look at his shiny little hat, toad.
Selam... üzgünüm rahatsız etmek istemedim, benim adım Robin seni tanıyorum... yani kim olduğunu biliyorum demek istedim amcam Langston Mobilya'nın en parlak dönemi boyunca orada muhasebecilik yaptı Richard Burke, o hep Margaret Langston'ın orayı yöneten tek kişi olduğunu söylerdi.
Hi. Sorry, I-I don't mean to bother you. My name is Robin.