Pazarlık traduction Anglais
4,755 traduction parallèle
Senin adına pazarlık edeceksem yüzde onunu alırım.
If you want me to negotiate on your behalf, I get 10 %.
Kızım, sağlam pazarlıkçısın.Bunu sevdim!
Girl stands firm. I like that!
Yarım saat önceki Beyaz Saray açıklamasına göre eski başkan Finnegan gazetecilerin salıverilmesini pazarlık etmek için özel temsilci olarak gidiyor.
30 minutes ago, the white house announced former president Finnegan as a special envoy to negotiate for the journalists'release.
Benimle pazarlık mı yapıyorsun?
You're negotiating with me?
Ortada bir pazarlık söz konusu olduğu vakit Elijah ile görüşülür.
Elijah is the brother you meet when negotiations are to be had.
- Ailelerimizle pazarlık yapıyorlar şu anda.
- right now. - He's right.
- Haklı. O fotoğrafı çektiklerine göre ailenle pazarlık yapıyorlar demektir Amber.
If they took that picture, that means they're negotiating
Ailenle pazarlık yapıyorlar..
They're negotiating with your parents.
Ortada bir pazarlık yok.
This is not a negotiation.
Ortada artık bir pazarlık var.
This just became a negotiation.
- Nasıl bir pazarlık ettikleri merak konusu.
Curious what bargain they struck.
- Hayır, dumanla pazarlık edemezsin.
No, there's no bargaining with smoke.
Pazarlık cips?
Insurgents must have taken them along with everything else they could strip out.
Nissan'ları denkleştirmeye çalışacaklar ve bayide benim pazarlık yeteneklerime ihtiyaçları olacak.
They're trying to get matching Nissans and they need my negotiating skills at the dealership, you know?
Pazarlık yetenekleri.
- You're welcome. - Negotiating skills.
Peki, iyi pazarlık yapılıyor, ha?
Okay, driving a hard bargain here, huh?
Pazarlık masasında olan şeyler sadece bedenler. Ve de tavan arasında, garajda ve de mutfakta.
See, the bodies are the only thing on the bargaining table and in the attic and the garage and the kitchen.
Onlara Calaverasların nasıl pazarlık yaptıklarını göster.
Show them how the Calaveras negotiate.
Vee'nin bizle pazarlık etme şekli bu mu?
So this is what Vee negotiated for us?
Ben iyi pazarlık ederim.
I get good deals.
Şeytanla pazarlık yapmaktan bahsediyorsun, Herman.
You're talking about bargaining with the devil, Herman.
Geçen yılın çoğunu onun yaptığı anlaşmaların bazılarını yeniden pazarlık ederek geçirdim.
I spent most of the last year trying to renegotiate some of the deals he made.
Bulunduğumuz nokta şöyleydi ; devletin elindeki deliller, iddianame ne derece kuvvetli bilmiyorduk. Çok zor bir karar vermek durumundaydık, avukatımız kabul etmemiz için baskı yapıyordu. Devlet pazarlıksız bir talepte bulunmuştu.
Here we are : we have no discovery, no evidence whatsoever about what the government's case is, and we have to make this immense decision where the lawyer is pushing you to do this, the government is giving you a non-negotiable demand,
Şu savaş başladığından beri her çeşit uyuşturucu için doğu yakasındaki tüm saygın hastaneler ve ilaç firmalarıyla pazarlık yapıyorum.
Since this war began, I've been horse-trading every manner of drugs from every reputable hospital and pharmaceutical company on the East Coast.
Pazarlık mı yapıyorsun?
Horse-trading?
Pazarlık yapmaya çalışmıyorum.
I'm not trying to negotiate.
Anlaşılıyor ki Torbin Salvi, hükümetimizin teröristlerle pazarlık yapmadığını bilmiyor.
Well, surely, this Torbin Salvi knows our government doesn't negotiate with terrorists.
Gabriel, Torbin Salvi'ye karşı tek pazarlık kozumuzun kaçmasına izin veremeyiz.
Gabriel, we can't let our only bargaining chip with Torbin Salvi leave that runway.
Ama bizimki sıkı pazarlık yapıyor.
But he drives a hard bargain.
Çünkü eğer önce sana gelseydim ilişkimiz üzerinden pazarlık yaptığımı düşünebilirdin.
Because if I had come to you with this first, you would have thought I was trading on our relationship.
- Pazarlık etmenin umrunda olduğunu sanmıyorum.
- I don't suppose you'd care to haggle.
Diğer nakliyat şirketleriyle ne pazarlık, ne de çatışma yaşandı.
No labor BS, no skirmishes with other trucking concerns.
Ama sen saklanmak için pazarlık yaparken Felix dayısı artık bebek bakıcılığı yapmayacak.
But uncle Felix isn't going to be babysitting while you negotiate custody.
Burada pazarlık yapmıyoruz.
Not here to negotiate.
Cadılar sıkı pazarlık yaptı. Ancak her devrimde bazı fedakârlıklar yapılmalı.
The witches drive a hard bargain, but every revolution requires sacrifice.
- Sıkı pazarlıkçısın ha?
You a tough negotiator?
Ben pazarlık oldu.
I was bargaining.
Elimizde pazarlık malzemesi var.
He'll have a bargaining chip.
Teröristler ile pazarlık yapmayız.
We don't negotiate with terrorists.
Bu pazarlık değil, Frederick.
I'm not.
Güzelim hayatım yerle bir oldu bebek bakıcısıyken pazarlık kozu hâline geldim o yüzden evet haklısın Arthur.
My love life's a shambles, and I've been demoted from babysitter to bargaining chip, so you're right, Arthur.
Dinle DeAngelis, ben pazarlık yapmıyorum.
Listen, DeAngelis, this is not a negotiation.
Kendi kıçımı kurtarmak için pazarlık etmeli miyim falan da filan...
I know. Should I turn state's evidence, save my own ass?
Ama paranın yerini söylersen belki pazarlık edebiliriz.
But if the money is where you say it is, then maybe we can negotiate.
İlham bekliyorum. Bu bir pazarlık değil, o yüzden gidiyorsun.
Well, this is not a negotiation, so go.
Buraya pazarlık etmek için gelmedim.
I'm not here to bargain.
Peki, bu son teklif mi yoksa pazarlık payı var mı?
Now, is that your final offer, or would you like to keep negotiating?
Pazarlık olmayacak.
There'll be no negotiations.
- Kızım, bu fakir pazarlığı işte.
- Man, that's some broke-ass negotiation.
Ben de pazarlık duyuyorum.
I'm bargaining, too.
Pazarlık yapabilecek durumda olduğunu mu sanıyorsun?
You think you're in a position to negotiate?
pazar 161
pazartesi 216
pazar günü 59
pazartesi mi 18
pazartesi görüşürüz 74
pazartesi sabahı 26
pazar mı 17
pazartesi 216
pazar günü 59
pazartesi mi 18
pazartesi görüşürüz 74
pazartesi sabahı 26
pazar mı 17