Proof traduction Anglais
12,497 traduction parallèle
Kuvvet pigmentasyonda saklı beyler.
Proof is in the pigmentation, gentlemen. _
Yeterli delilin var mı?
Have you got sufficient proof?
- Kanıt istiyoruz.
We need proof.
Ne için kanıt?
Proof of what?
Sözüm kanıttır.
The proof is my word.
Rahibin casus olduğunu gösteren delilin ne?
What proof do you have that the priest is a spy?
Bazı dövmeler, Kraliyet ailesinin can düşmanı olan yeraltı örgütlerine sadakatin göstergesidir.
Now, some of these tattoos are proof of allegiance to underground organisations, which are the sworn enemies of the Royal household.
Sağlam bir kanıtım olması lazım.
I need hard proof.
- Yaşadıklarını bilmemiz lazım.
We need proof of life.
Bu seyrettıgınız, annemın ikinci kocası olan Vincent Reed'in...'ölümü hatta sakat kalması durumunda bile... evin tek hak sahibi olarak kendisinı... göstermesi için annemi nasıl ikna ettığıni gösterir... nitelikte bir delil kasetidir.
What you're seeing here is video evidence, proof, that Vincent Reed, my mother's second husband, somehow managed to convince her to sign over control of the house, in the event of her death or incapacity.
Açıkçası, bizim Kuveytli olmadığımızın kanıtı ne, efendim?
But honestly, sir... what is the proof that we're not Kuwaiti.
Sizin hiçbirinizin bununla ilgili bir kanıtınız yok.
- You got no proof that any of us had anything to do with that.
Fakat bugün burada, sizlerin karşısında kendi tarihimizi her Allah'ın günü tekrardan yazabileceğimizin canlı bir kanıtı olarak duruyorum!
But I am standing here today as living proof that we get to rewrite our history every single goddamn day!
- Sen büyünün kanıtısın.
You're proof of the magical.
Gerçek oldukları kanıtlandı.
Proof they actually exist.
Bu kamera yeteneğimin bir kanıtı.
This camera is proof I have talent.
Sadece kanıtın olmadığını söylüyorum.
I'm just saying you don't have any proof.
Bu kartı da konseptin bir örneği gibi düşün.
Consider that proof of concept.
Bunu yaptığını görmek için neler vermezdim ama elimizde hiç kanıt yok.
I'd give good money to watch you do it, but we don't have proof.
Yine de kutsal davamıza gemiler, silahlar, savaşacak adamlar temin etmek için yeterli ve dostun Duverney başaracağımız şeyi duyduğunda kral için kıymetli bir yatırım olduğuna dair elinde kanıt olacak ve Fransız parasıyla klanları bir araya getireceğiz.
But enough to begin securing ships, weapons, fighting men for our holy cause. And when your friend Duverney hears what we will accomplish, he'll have proof for the king that it's a worthy investment.
Bunun kanıtını kendi gözlerimle gördüm.
I saw the proof of that with my own eyes.
Şüpheci yaklaşacağınızı düşünmüştük, bu yüzden kanıt getirdik.
Mmm. We thought that you might be a little bit skeptical, so we brought proof.
Kanıtın var mı?
Do you have proof?
Kanıtları ve arama izni almak için yargıca sunulan bütün bilgileri görmem gerek.
I'll need to see proof of that and all the information that was placed before the judge to get those warrants.
Bulacağı şey, orada şiddet dolu şeylerin yaşanmış olduğuna dair kanıt olabilirdi.
What he finds could be proof that something violent happened there.
Oraya çık ve'Kanıt gösterme yükümlülüğü Savcıdadır.'de. Anayasadan biraz alıntı yap, sahneden in.
Get up there, tell'em the burden of proof is on the State, quote the Constitution, get off the stage.
O bebek, Goldman'ın deneyinin parçası olduğunun tek kanıtıydı.
That baby was the only proof that she was part of Goldman's experiment.
İlk okuyan sen ol istediğim için sana kanıt gönderiyorum.
" I wanted you to be the first to read it, so I'm sending along a proof.
Böylelikle kararımız delil teşkil edecek.
That way we will have proof of our decision.
Üzgünüm, tahvillerin sizin olduğunun kanıtı olmadan...
I'm sorry. I can't just do that without proof that the bonds- -
İşte size kanıt!
This is your proof!
Bakın Bayan Allen, çektiğiniz sıkıntılar için üzgünüm ama bu bir kanıt değil.
Mrs. Allen, look, I'm sorry for your troubles, but that's not proof.
Senin kanıt sunma derdin daha az.
Your burden of proof is lower.
Başından beri ihtiyacım olan tüm kanıtlar da o bilgisayardaydı.
And all the proof I could ever need is in that computer.
Bu kanıt ortaya çıkarsa bölgedeki tüm güveni yitiririz.
If proof of this got out, we'd lose all credibility in the region.
Yargıç, temyize götürülemeyecek bir karar yazmak isteyecektir.
J.P. Will want to write an appeal-proof judgment.
Kanıtlar ne?
So what's the proof?
Nerede bu kanıtlar?
Where's the proof?
Geriye İngiltere'de geçerli olan problemimiz kaldı suçlandığın konunun yalan olduğunu kanıtlama zorunluluğu.
We are still left with the special problem that we have in the UK that the burden of proof lies with the accused.
Kanıtınız var mı?
You have proof?
Kanıt görmem gerek.
I need to see the proof.
Evet, size kanıt verebilirim.
Yes, I can give you proof.
Kanıtlar nerede?
Where's the proof?
Leuchter'in sonuçlarının yanlış olduğunun kanıtı ne?
What proof is there that Leuchter's conclusions are wrong?
O halde lütfen bana açıklayın,... bunun için neden 8 milimetrelik çift camlı bir gözetleme deliğine,... gaz sızdırmaz bir kapıya ve içeriden metal ızgaralara ihtiyaçları vardı?
Then please explain to me why they needed a gas-proof door with a peep hole with double 8mm glass and a metal grill on the inside?
Hitler'in, sadece birkaç Yahudi'yi değil,... tüm Yahudileri tasfiye etmeyi durdurmaya çalıştığına dair tartışmasız bir kanıta sahip olduğunuz iddianız, yanlış.
So your claim to have incontrovertible proof that Hitler tried to stop the liquidation of the Jews, as opposed to one particular trainload of Jews, is false.
Tüm o sahile yaptığımız eğlenceli gezilerin havaalanları, uçaklar ve küstah görevlilerin kanıtıydı o söz.
Proof that all those fancy trips to the beach, airports, planes, sassy attendants...
Dahası çabamıza değeceğinin kanıtı.
Further proof he's worth all our efforts.
İçindeki şeytandan korkuyorsun ama Charles Powell'ın hayatta kalmasına izin veriyorsun bu hâlâ üstünlüğün sende olduğunun göstergesi.
You fear the devil inside, but... you letting Charles Powell live... That's proof that you've still got the upper hand.
- Kanıt.
- Proof.
Elimde kanıt da var.
Yeah, I... have proof.