Yüksek traduction Anglais
35,911 traduction parallèle
Yazı tura, yüksek kart ya da softballa mı?
Coin flip, high card, game of softball?
Biraz da yüksek sesli bir müzik aç.
Maybe put some loud music on.
Yüksek demir, yüksek protein.
High iron, high protein.
Yüksek Kaledeki Adam.
The Man In the High Castle.
Yerinde olsam o lafı burada yüksek sesle söylemezdim.
I wouldn't say that too loud around here.
Fakat yüksek risk gördüğünüz takdirde adamları sağ salim eve getirmek için onu öldürmenizi emrediyorum.
But if you think it's too risky, I am ordering you to take him out and get your men back safely.
Neden yüksek kolesterollü bir inşaat işçisiyle ilgileneyim?
So why should I care about a... a construction worker with high cholesterol?
Güçlendirilmiş çelikten yapıImış. - Kirişleri yüksek ısıya dayanıklı esnek izomerle kaplanmış.
These are reinforced steel, but the beams are coated in highly durable elasto-polymer.
Jeffrey onun yerine geçsin ve yüksek erişim yetkisi olsun diye yaptın.
You had to so Jeffrey could take his place and get a higher security clearance.
Bize ciddi bilgiler verdiler ama yüksek seviye plan detaylarına erişemediklerini söylediler.
They gave us solid intel but claimed to not have access to high-level planning details.
Sesleri çok yüksek duyar.
Sounds are magnified.
Gürültü engelleyici kulaklıkla bile kısık sesler çok yüksek gelir.
Even with noise-cancelling headphones, quiet sounds are very loud.
- Kimin notlari daha yüksek?
- Who has better grades?
Metronomu yüksek tutmalisin.
You gotta keep that tempo up.
Hepiniz - yüksek lisans ögrencisi misiniz?
[Jacob] You guys, you're all in graduate school, you're in the graduate program over there?
- Hem de yüksek lisanstayim.
And I'm in grad school, so... - [laughs]
Belki bu, yüksek lisansin kalitesini gösteriyordur.
- Well, or maybe it says something... - Oh, my God. -... about grad school, but...
Kimin yüksek lisans sergisinden çikan bir video yayilir ve sonra kalabalik bir imza gününde bunlari konusur?
Like, who has a grad show and then gets a viral video out of it and then a great book signing and, like, all this conversation. - I don't know. - All right.
Sansin çok yüksek.
It's looking very good.
Sözde serbest radikallerin üretimini artırır, bunlar yaşlanmayı ve kanser oluşumunu teşvik eden yüksek oranda reaktif moleküllerdir.
It increases things like the production of so called free radicals which are those highly reactive molecules that actually stimulate aging... and encourages cancer formation.
Yağı yüksek, proteini yüksek, kolesterolü yüksek, besleyici liften yoksun ve besin zincirinde tepede olduğu için yüksek oranda kirli.
high protein no dietary fiber so heavily polluted.
Neredeyse bire bir kırmızı et gibiler. Yüksek yağ, yüksek kolesterol, lif yok. Hatta belki etten daha da beterler.
no fiber they may be worse than meat.
Bunlar da protein ve yağ miktarı yüksek, karbonhidrat oranı düşük diyetler.
high fat low carbohydrate diets.
Yine de yeryüzünde bazı kronik hastalıklar açısından en yüksek oranlara sahibiz.
Yet we have some of the highest rates of chronic disease on the planet.
Kalp hastalığı, kanser, felç, KOAH, diyabet, yüksek tansiyon.
COPD hypertension.
- Edie, Craig ile yüksek seste konuş!
- Edie, tell Craig to speak up!
- Ama etrafında yüksek paraların döndüğü bir muharebe içinde olduğunun farkında değilsin.
- But what you don't realize is... there's a high-stakes battle going on all around you.
İzini sürdüğümüz bu yüksek seviyeli tehdit fonksiyonel bir prototip.
This high-level threat we're tracking, he stole a functional prototype.
Yüksek komutadakiler roketin Belçika'ya inişini izlerlerken şampanya yudumlayacaklar.
Members of the High Command are going to sip champagne as they watch the rocket be launched into Belgium.
Bir kaç yıl içinde, yönetim kurulu onun... yüksek seviyede bir sosyopat olduğuna karar verip onu dışladı.
Within a couple of years, the board of directors concluded he was a high-functioning sociopath and pushed him out.
Yüksek makamlarda arkadaşı olan hali vakti yerinde bir adam ve o çocuktan nefret ediyor.
He's a wealthy and powerful man with friends in high places, and he hates that boy.
Tansiyonu çok yüksek ama sürekli gözlem altında tutuyoruz.
His blood pressure is very high, but we'll monitor him closely.
İçlerinde yüksek oranda nitrat vardır.
They have a high concentration of nitrates.
Sen ve Gabby için risk çok yüksek biliyorum ama sanırım bir çıkar yol görüyorum ve bu düzelene kadar bütün imkânlarımı kullanacağım.
I know the stakes here are high for you and Gabby, but I think I see a way out of it, and I'm gonna put all my resources on it until it's fixed.
Tansiyonunu yüksek tutmak için yeterli su içtiğinden emin olabiliyor musunuz?
You going to make sure she's drinking enough water to keep her blood pressure up?
Merhaba, yüksek memur.
Hello, constable.
Tüm yüksek memurlar ölüler diyarına katılmadıkça, Yüksek memurun kızı, yaşayanlar dünyasına dönmeyecek.
The daughter of the constable will return to the land of the living once all the constables enter the land of the dead.
Yüksek memur.
The constable.
Yüksek memur mu, cadı mı?
The constable or the witch?
Yüksek memur cadıdır.
The constable is the witch.
Yüksek memur Eccles mı?
Constable Eccles?
'Willard's Mill'teki tek cadı, yüksek memur Eccles'ti.
Constable Eccles was the only witch in Willard's Mill.
Yüksek memur Eccles'ın suçu.
Constable Eccle's crime.
Yüksek memur Eccles.
Constable Eccles.
Bundan sonra VIP'yi yakında bulunan bir elçiliğe götürürken yüksek hızlı araba kovalamacası ve silahlı çatışma yaşadılar.
There was then a high-speed car chase and a running gun battle, as they escorted the rescued hostage to the safety of a nearby embassy.
Ama öteki yandan, yüksek performanslı bir sedan için sürüş konforu oldukça iyi.
Having said that, however, for a high-performance saloon, the ride quality is really rather good.
Çünkü böyle bir seyahatte ve bu kadar güçlü ve yüksek torklu bir arabada biraz lastik eskiteceğim.
Because on a trip like this, in a car with that much power and that much torque, I am gonna get through some tyres.
Öteki tarafta Almanlar, yüksek teknolojileri ve üretim verimlilikleriyle.
But then you've got the Germans there, with their hi-tech and their manufacturing efficiency.
... yüksek bir korna sesi ve... birinin "Achtung!" diye bağırması yerine.
A... ... rather than a klaxon and somebody shouting, "Achtung!"
Bilmiyorum, fakat bunun çok yüksek teknoloji olduğundan emin değilim.
I don't know, but I'm not sure this is very hi-tech.
Videoyu kisaca açiklayacak olursam, yüksek lisans sergimdeydik.
Um... So to give some context for the video, um, we were at my grad show, um, I make work that's not dissimilar to Jacob's.