Zanaat traduction Anglais
243 traduction parallèle
Sonra... bilirsin, tablo satmak zor zanaat.
Then... you know, it's a hard business selling pictures.
- Hayır, evlilik zor zanaat.
- No, marriage is a tough business.
Zanaatın nedir?
But what trade art thou?
Benim zanaatımda kimseye kötülük etmeden herkese pençe vurabilir insan.
A trade, sir, that I hope, I may use with a safe conscience, which is indeed, sir, a mender of bad soles.
İyi bir ailenin üçüncü oğluydum. ve hiç bir zanaat eğitimi almamıştım. Erkenden kafamı İngiltere'den ayrılıp dünyayı dolaşma düşüncesi kurcalamaya başlamıştı.
Being the third son of a good family and not educated to any trade my head began to be filled early with thoughts of leaving England, to see the world.
Çocuk yetiştirmek gerçekten zor zanaat.
Bringing up a child is certainly a difficult task
Belki zanaat işlerinin birinde yardım edersiniz.
Possibly with one of the crafts.
O hâlde Usta Granacci'nin burada olmasına daha da sevinmeliyiz. Keza resim yapmak Michelangelo'nun zanaatı değil.
Then Master Granacci is doubly welcome since painting is not Michelangelo's trade.
Resim senin zanaatın değil ama?
Even though painting is not your trade?
- Zanaatım olacak. - Güzel.
- I will make it my trade.
Zanaatından bir manastır yaratmışsın kendine.
That you have made a monastery of your work.
Hâlâ zanaatımın resim olmadığını düşünüyorum.
I still say painting's not my trade.
Biz zanaatın olsaydı, daha iyiydi.
If you had a trade, it would be better.
İçinde bulunduğumuz bilim çağında, hala kimsenin ayna yapma zanaatında mükemmele ulaşamaması beni çok şaşırtıyor.
You know, I'm always amazed that in this scientific age nobody has yet perfected the art of making the common mirror.
Bu zanaat 200 yıldır varlığını sürdürmektedir.
And this is an art which has survived here at the factory for almost 200 years.
Baksana, bugünlerde kovboyluk zor zanaat olmalı, mahmuzlarını sattığına göre.
Hey, a cowboy's got to be pretty down to be willin'to sell his horse irons.
Zanaatım var.
I have my craft.
Zanaat, Danny!
The craft, Danny!
- Bizi zanaat kurtardı.
- That's what saved us.
Zeki olmak zor zanaat.
It's hard to be smart.
Polis olmak zor zanaat. Hatta tehlikeli bir iş. Aynı zamanda çok heyecan verici.
Yeah, pretty tough being a policeman, even dangerous, but exciting at the same time.
Bak, bu zanaatın sırrı kazığı bu şekilde...
You see, the secret of the craft is to keep the stake...
Senin rehberliğin ve zanaatın olmadan ben ne yaparım?
What shall I do without your guiding hand, without your skill?
Ama sonra, Karanlıklar Efendisi yüzük yapma zanaatını öğrendi... ve Hükmeden Yüzüğü yaptı.
But then, the Dark Lord learned the craft of ring making... and made the Master Ring.
Zanaat ve ticareti geliştirmekle başlayalım, çünkü bunlar bir ülkenin zenginliğinin kaynağıdır.
Let's begin... to promote artisanry and commerce, because this is a country's source of wealth.
Zanaat acımasız ve bencildir.
Trade is vicious and selfish.
Faraday'in kavrayamadığı şey, teleskoplar için kusursuz optik camların yapımının bir bilim olduğu kadar bir zanaat de olduğuydu ve Bavyera'daki ustalar da sırlarını kilitli kapılar ardında tutuyordu.
What Faraday failed to grasp was that casting perfect optical glass for telescopes was a craft as well as a science, and the masters in Bavaria kept their secrets under lock and key.
Zengin olmak zor zanaat, evlat.
Getting rich is hard work, kid. Come on.
- Meksikalı olmak zor zanaat.
It's hard to pretend to be Mexican.
Şurada yapmış olduğun şey... tamam, o bir zanaat.
WHATEVER THIS IS THAT YOU MADE IT'S OKAY, IT'S CRAFT.
Güzel zanaat.
A nice little craft.
Onda, bir Arabî'nin dolambaçlı zarefeti, bir Etiyopyalı'nın ateşi, bir Fransız'ın korkmuş samimiyeti, bir Hintli'nin yüksek zanaatı, bir Yemenli'nin utangaçlığı ve bir Çinli'nin dar dehlizi vardı.
She had the sinuous grace of Araby, Ethiopian ardor, the startled candor of the French, the high art of the Indians, Yemeni coyness, and the narrow passage of a Chinese girl.
Size sordukları zaman, işe yarar bir zanaatınız olduğunu söyleyin.
When they ask you, tell them you have a trade.
Baloların bununla alakası, dans pistinin zanaatımı biraz daha mükemmelleştirip yeni şeyler öğrenmeye, yeni fikirleri gerçek dünyaya taşımaya vesile olması.
What the balls has to do with that, as far as the dance field, is maybe perfecting my craft a little better, to learn new things, new ideas, and bring them to the real world.
İşimden nefret ettiğini biliyorum, ama bu da diğerleri gibi bir zanaat işte.
I know you hate my trade, but it's an art like any other.
Ben sanat ve zanaat kanalına üye olmak istemiştim.
I wanted to subscribe to the arts and crafts channel.
O öldüğünde onun zanaatı onunla ölecek.
And when he dies, his craft will die with him.
Dışarıda, zanaatını icra etmiyor musun?
Not out plying your trade?
Ne zanaatı bu, Christopher?
What trade is that, Christopher?
Jack'in zanaatı, zor sorulara kolay cevaplar üretip, ihtiyacı karşılamak.
Jack's trade is the manufacture... and supply of easy answers to difficult questions.
50'li yıllarda bu tutkum iyice büyüyerek bir zanaat hâline dönüştü.
It was during the'50s that my passion for films grew and became a vocation.
Umarım daha sonra Vanessa'ya zanaat odamızı gösterirsin.
I was hoping that you could show Vanessa around the craft shop later.
Bir oyunculuk sınıfa alın, sahne çalışmaları, yok ben yaptım gibi öğren zanaat, yol kadar çalışacak!
Get into an acting class, do your scene work, learn the craft, work your way up like I did!
- Zanaatını öğren.
- To learn your craft.
Gidebilecek hiç bir yerim olmayıp bildiğim bir meslek yada zanaat elimde yoktur.
I have nowhere to go, no profession, no job.
İş bilmem, zanaat yok.
I have no skills.
Alman zanaatı işte!
Good German craftsmanship
Ve uyku zamanınız da geldi. Kendi şirketimi kurdum ve Alman zanaatını tüm dünyaya pazarlayacağım. Almanya'nın en büyük ithalat ihracat şirketini yaratacağım.
And it's time you went off to sleep I've started my own company I'm going to export German craftsmanship all over the world I'll create the biggest import-export company in Germany, just for you
Ona, Alman zanaatının kalitesini ispatlamak istiyormuş.
, to prove to him the quality of German craftsmanship :
Jackie Chan bu yerlerde olağanüstü bir zanaat gösterir.
Jackie Chan has practiced his extraordinary craft.
İşte bu akşam bu zanaatı yapacağız.
And that's how we'll be making tonight's craft.