Zorundasınız traduction Anglais
4,239 traduction parallèle
Kan yemini ve sadakat sözü vermek zorundasınız.
, you're gonna have to take a blood oath and loyalty pledge.
Ama bunu belediyeyle konuşmak zorundasınız.
But you'd have to take that up with the mayor's office.
Tepenize yıldırım düşmesinden sakınmak zorundasınız.
You just have to avoid being hit by the lightning.
Bana inanmak zorundasınız!
You have to believe me!
O zaman bana yardım etmek zorundasınız.
Then you have to help me.
Onlara anlatmak zorundasınız.
You must tell them.
Kaç yaşında olmak zorundasınız?
How old do you have to be?
Doktora giderseniz,... bir servet ödemek zorundasınız,... kaza yaparsanız, bir servet ödemek zorundasınız,... öz eleştiri yaptığım için beni bağışlayın ama...
And if you go to the doctor, you have to pay a fortune, if you have an accident, you have to pay a fortune, excuse me for being self-referential but...
İnanmak zorundasınız...!
You have to believe...!
Bana inanmak zorundasınız.
You have to believe
Ayrılmak zorundasınız.
You're gonna have to leave.
Olabilecek en kötü şey de o, çünkü hayatınızın geri kalanında bununla yaşamak zorundasınız.
And it's the worst thing that can happen, because you have to live with it for the rest of your life.
Neden bu kadar korkunç olmak zorundasınız ki?
Why do you have to be so horrible?
Yani sürekli izlemek zorundasınız.
It records how much it cries. So you have to watch it all the time.
Şehri terk etmek zorundasınız.
You have to leave the city.
Olabilecek en kötü şey odur, çünkü hayatınızın geri kalanında bununla yaşamak zorundasınız.
It's the worst thing that can happen, because... you have to live with it for the rest of your life.
Üzgünüm, hemen girmem gerekiyor. Bir numara almak zorundasınız.
I'm sorry, I need to be seen right now.
Bana inanmak zorundasınız.
But you have to believe me.
Hocanız olduğum için zorundasınız.
You'll have to, with me as your mentor.
Bize doğruyu söylemek zorundasınız.
yöu have to tell us the truth.
Eğer biz sizin çiftliğinizin yanına gelmek için çaba gösterdiysek, -... siz de en azından üç saat oturmak zorundasınız.
If we made the effort to be near your ranch, you must sit down with us
Bakın, hoşunuza gitse de gitmese de hayat böyle ve ayak uydurmak zorundasınız.
Look, like it or not, life is full of stuff, and you just have to roll with it.
Bana eşlik etmek zorundasınız diyecektim.
I-I'm going to have to ask you two to accompany me.
" Eğer çocuklarınızı öldürdüyseniz temizlemek zorundasınız.
"you have to clean up your kids " when you kill them'cause it's gross.
Adı Audrey Parker. Onu bulmak zorundasınız.
You have to find her.
Gitmek zorundasınız.
You have to leave.
Şehri karantine altına almak zorundasınız.
You have to lock down the city.
İlaçlarımı vermek zorundasınız.
You have to give those meds back to me.
Ona inanmak zorundasınız.
No, you have to believe him.
Sizinde durumunuz bu işte ve yeniden karaya ayak basmak istiyorsanız duygularınızı bir kenara bırakmalı ve önünüzdeki sorunu çözmenin bir yolunu bulmak zorundasınız.
It's a situation that you're in, and if you ever want to touch down on solid ground again, you're gonna have to put all your emotions aside and figure out how to do one thing.
Aldıkları emirler uyarınca pilot ve yardımcısı aramalarıma cevap vermeyi reddediyorlar. Bu nedenle onlarla konuşmamı sağlayacak bir yol bulmak zorundasınız.
The pilot and co-pilot are refusing to answer my halls as per their orders, so you're going to have to figure out some way to get'em to talk to me.
Ne olur, onu iyileştirmek zorundasınız.
You have to fix her, please.
Ama siz benimkilere vermek zorundasınız. Korkarım Katie neredeydi, bilmiyorum.
But you have to answer mine.
Verdiğiniz kararla yaşamak zorundasınız.
You have to live with the decision you make.
Bize anlatmak zorundasınız.
yöu will have to tell us.
Bunu medyaya söylemek zorundasınız.
yöu will have to tell the media, sir.
Cevaplar almak istiyorsanız şayet beklemek zorundasınız.
And if you want answers, you might just have to wait.
Eleştiriye alışmak zorundasınız.
You're gonna have to get used to bad press.
Bayım, benimle gelmek zorundasınız.
Sir, you're gonna need to come with us.
Bizimle gelmek zorundasınız.
You're gonna have to come with us.
Bunu kardeşinle almak zorundasınız, Kenneth.
You're gonna have to take that up with your brother, Kenneth.
Bazı riskler olduğunu anlamak zorundasınız.
You must understand that there are risks.
Doktoru beklemek zorundasınız...
You'll have to wait till the doctor...
Sen hırsızı oynamak zorundasın.
You have to play the thief.
Henry, bir yerde durmak zorundasın, ve durduğunda, babamızın öldüğü gerçeği hala duruyor olacak.
Henry, eventually you're gonna have to stop, and when you do, the fact that Dad's gone is still going to be there.
Kızımızı korumak zorundasın.
You have to protect her.
Kızımı onlardan korumak zorundasın.
You have to protect my daughter from them.
Kızın şu an elimde. Dediklerimi kesinlikle yapmak zorundasın, yoksa kızın ölür.
Now I have your daughter, and you're gonna do exactly what I say or else she dies.
Kızın şu an elimde. Dediklerimi kesinlikle yapmak zorundasın, yoksa kızın ölür.
Now I've got your daughter, and you're gonna do exactly what I say or else she dies.
şimdi ise senin küçük kız arkadaşını öldürüşümüzü seyretmek zorundasın.
Now you gotta watch us kill your pretty little girlfriend.
Burada çalışmayı düşünmemi istiyorsanız yarın öğleye kadar resmi bir teklif sunmak zorundasın.
You need to submit a formal by noon tomorrow if you want me to even consider working here.