Zıt traduction Anglais
242,586 traduction parallèle
İnsanlara yardım etmemiz için bir dağa taşınmamız gerekmez, Terra.
You don't have to move a mountain to help people, Terra. Besides, I gotta find a way to make the bug more comfortable around humans.
Eğer bilselerdi, yanına yalnız gelmezdi.
If they knew, she wouldn't have come alone.
Beni rahatsız etmeyin. "
Don't bother me. "
Bunlar hakkında onunla konuşamayacağız.
That we couldn't speak with him about these.
Hiçbir şeyi kaçırmadığımızdan emin olmalıyız.
Make sure we didn't miss anything.
Seni iki dakika yalnız bırakamayacak mıyım?
Can't I leave you for two minutes?
Bazılarımızın ailesi yok, dolayısıyla biz de buna destek oluyoruz.
Some of us don't have our own, so, we support the ones that do.
Bugün en üst raftaki en yalnız kitaba ulaşmak için bir merdivene tırmanacağım.
Today I'm going to climb the ladder to reach the loneliest book on the highest shelf...
Kız okula gitmek istemiyorsa gitmemeli.
If the girl doesn't want to go to school, then she shouldn't go.
Benim zamanımda seçme şansımız yoktu.
In my day, we didn't get to choose.
Kan kırmızı içeceklere bayılıyorum.
I love bright-red drinks, don't you?
Her konuda hemfikir olmamız harika değil mi?
Isn't it wonderful how we agree on everything?
- Bunu hiç duymadınız mı?
You haven't ever heard of that?
Oğlan bekliyorlardı ama kız çıkınca kalsın büyütelim dediler.
Oh, no. I was supposed to be a boy. But when I wasn't, they decided to keep me and raise me.
Duygular insanın işine gelmez ve çoğunlukla katlanılmaz olur ama inanır mısın şu anda beni rahatsız etmiyor.
Emotion is rarely convenient and often intolerable, but I find, at the moment, that I don't mind it.
Jerry'yi tutamayız.
We can't keep Jerry on.
Jerry'yi tutamayacağız.
We can't keep Jerry on.
Kimse başımızın çaresine bakamayacağımızı düşünmesin.
I don't want people thinking we can't fend for ourselves.
Burada olamazsınız.
You can't be here. I don't open till Monday.
- Fransız aksanını bilmem ki ben bir kere.
Oh... all right. Well, I don't even do a French accent.
O itfaiyeciler küçük halam Edna'yı kuyuya indirmenin yolunu bulamasaydı ve o da ayağıma dokunup her şeyin yoluna gireceğini ve yalnız olmadığımı söylemeseydi oradan kurtulamazdım.
And I would not have survived If those firemen wouldn't have figured out a way To lower my little Aunt Edna into that well
Tabii ki evlenmeden birlikte yaşamamanızı yeğlerdim ama senin özel halinden dolayı sizin adınıza çok sevindim.
Obviously, I would prefer if you weren't living out of wedlock, but given your special circumstances, I'm very happy for you.
O nasıl hayatınızın en kötü kavgasına dönüştü anlamadım.
I don't understand how that turns into the worst fight of your life.
Bunu sakladığı için büyük bir kavga ettik... ona bana güvenmeye hazır değilse, bir süre... konuşmamamız gerektiğini söyledim.
We had a big fight about him hiding this, and I told him if he wasn't ready to trust me, that... that we shouldn't talk for a while, so I guess he wasn't ready,
Agrabah'ı bulamıyorsak, Jafar'ı da bulamayız.
We can't find Jafar any more than we can find Agrabah.
Oraya ulaşamayız.
We can't get to it.
Zamanımız yok Nas.
We don't have time, Nas.
Ama bu rastlantı Weller'ı şüphelendirdi o yüzden detaylı bakmamızı istedi.
But the coincidence didn't sit well with Weller, and he wanted us to dig into it.
Bu işi başından halletmezsek sonrasında başımız ağırır.
Look, if we don't root out this kind of stuff now, we'll be dealing with the aftermath later.
Yeterli kanıt olunca tutuklarız bunları.
We'll make arrests when we've got enough evidence on them.
Biz bir şey yapıyor olmayacağız.
We won't be doing anything.
Ben soda içmem kız.
I don't drink soda, girl.
Sadece evimizin duvarlarının ince olduğunu ve kızının sigortasının terapiyi kapsamadığını aklında tut.
Just keep in mind that our apartment has thin walls and your daughter's insurance doesn't cover therapy.
Neden bana 24 yaşında Asyalı bir kızın koca memelerinden almadın?
Why didn't you get me a 24-year-old Asian girl with big boobs?
İkimiz de aynı vakit gezmeye çıkamayız.
Well, we can't both go on a trip at the same time.
Kocalarmız sağ salim inmeyi başaramazsa yaşamlarımız nasıl olacak?
What will our lives be like if our husbands don't make it?
Dikkatle dinleyin yolcular, Kaçırıldığımızı biliyorum, ama Yosemite Milli Parkının üstünden geçtiğimizi belirtmezsem ihmalkar olurum.
Attention, passengers, I know we're being hijacked, but I would be remiss if I didn't point out that we're presently passing over Yosemite National Park.
Yardımınıza ihtiyacımız yok!
We don't need your help!
Tanrım, lütfen bizim yeni komşularımız olmalarına izin verme.
Oh, God, please don't let that be our new neighbors.
Bir kat boya ve rahatsız bir peruk takıyorum, alışmasan iyi edersin.
It's what I look like with a layer of paint and this uncomfortable wig, so don't get used to it.
Liv'e orada yalnız oturmasını istemediğimi söyledim...
I told Liv I didn't want her out there putting herself in...
Bu şeyleri hafife alamayacağımızı herkesten daha iyi bilmelisin.
You know better than anyone, we can't underestimate these things.
Bu ıssız kayada gerekenden fazla zaman harcamak istemiyorum.
I don't want to waste any more time on this desolate rock than I have to.
Hemen diğerlerini almamız gerekiyor fakat iletişim cihazlarına ulaşamıyorum.
We need to get the others back here now, but I can't raise their comlinks.
Burada sonsuza kadar kalamayız.
We can't stay down here forever.
Bilmiyorum farkında mısınız fakat bu günlerde ailem arasında o kadar da popüler değilim.
I don't know if you realize this, but I'm not that popular with my family these days.
Bunu yapmanı senden istemek durumundayız fakat bu yapmak zorunda olduğun anlamına gelmiyor.
We need to ask you to do this, but that doesn't mean you have to.
Bütün oksijeni harcayamayız.
We can't use up all the oxygen.
- Bence biz almamalıyız, olur mu?
Uh... hey, well, I don't think we will, OK?
Hepimiz yorulduk, MK ama bunu birbirimize sahip olmadan yapamayız.
We're all tired, M.K., but we can't do this without each other.
Artık bundan daha fazla kaçamayız.
We can't run from it any longer.