Zorunda traduction Espagnol
76,795 traduction parallèle
# Neden her şey bu kadar adaletsiz olmak zorunda?
♪ ¿ Por qué todo tiene que ser tan injusto? ♪
Umarım bunu satmak zorunda kalmam.
Espero no tener que empeñarlo.
Stüdyolar senaryoların yarısını kadınlar hakkında kadınlar tarafından ve kadınlar için çekmek zorunda kalacak
Los estudios se verán obligados a hacer la mitad de las historias sobre mujeres, por mujeres y para mujeres.
Elektriklerin kesilmemesi için teklifi kabul etmek zorunda kaldım.
Tuve que aceptarlo. Deja encendidas las malditas luces.
Artık ağabeyinize, fazladan para vermek zorunda kalmadığınız için o korkunç Bayan Davis'le film çekmek zorunda da değilsiniz.
Como no necesita el dinero para pagar a su hermano no está obligada a hacer la película con la terrible Srta. Davis.
Şu an cidden bu melodramı yaşamak zorunda mıyız?
¿ Hace falta este melodrama ahora?
Mamacita buraya gelmemiz için taksi bulmak zorunda kaldı!
Mamacita tuvo que buscar un teléfono y pedir un taxi para llevarnos.
Annen onun oğlu olduğunu bilmiyor ve böyle kalmak zorunda.
Ella no sabe que eres su hijo y tiene que continuar así.
Howard gidince, avukatlar malikaneye yerleşmek zorunda olduğumu söylediler.
Habiéndose muerto Howard, los abogados me dijeron que tengo que arreglar la herencia.
Bunu yapmak zorunda değilsin tatlım.
No tienes que hacer esto, cariño.
Eğer bu bir sorun olacaksa, elçiliği aramak zorunda kalacağız.
Y si eso va a ser un problema, vamos a tener que llamar a la embajada.
Belki de öyle yapmak zorunda değiliz.
Puede que no tengamos que hacerlo.
Kimse buradan ceset torbasıyla ayrılmak zorunda değil.
Nadie tiene que salir de aquí en una bolsa para cadáveres.
Yeşil ışık yakmak zorunda kalmak istememiştim.
No quería tener que dar la luz verde.
Unutma, Whitehall... Sana bundan bahsetmek zorunda.
Recuerda, Whitehall... tiene que hablarte de Whitehall.
Beğenmiş gibi davranmak zorunda olduğumuzu sanıyordum ama gerçekten güzel.
Pensé que tendríamos que pretender que nos había gustado, pero es bastante buena.
İkimiz de bunla yaşamak zorunda olacağız.
Y ambos vamos a tener que vivir con esa decisión.
Ve benimle ya da benim için asla çalışmak zorunda değilsin.
Y no tienes que trabajar conmigo o para mí, nunca más.
Her ne karar verirsen ver, yalan söylemek zorunda kalmayacak kadar emin ol.
Decidas lo que decidas, confía lo suficiente en ello para que no tengas que mentir.
Moose ile nehirde ne yaptığımı babama açıklamak zorunda kalmak fena sarsıcıydı.
Era más traumatizante tener que explicarle a mi padre qué estaba haciendo con Moose en el río.
Bunu sınıf arkadaşlarının önünde yapmak zorunda değiliz.
No tenemos que hacer esto delante de tus compañeros, Cheryl.
Koç Clayton, işini ve okulun itibarını korumak için kendi sevgili oğlunu ve saz ekibini takımdan çıkarmak zorunda kaldı.
El entrenador Clayton, para salvar su trabajo y la reputación de la escuela, se vio obligado a expulsar a su amado hijo, y su estúpida pandilla, del equipo.
Neyi saklamak zorunda ki?
¿ Qué tiene que esconder?
Yapmak zorunda olduğunu yaptın. Tıpkı şu an burada yaptığın gibi.
Hizo lo que tenía que hacer, como está haciendo ahora.
Mola vermek zorunda kaldım.
Tuve que hacer una parada en boxes.
Ama neden anne ve babasından kaçmak zorunda kalsındı ki?
Pero ¿ por qué tendría que huir de mamá y papá?
İşte bu yüzden bazı insanlar Jason'a şimdiden elveda demek zorunda.
Eso es porque algunas personas ya consiguieron decir adiós a Jason.
Bir zaman sonra, birden bire Jason onları birleştirmek zorunda olduğumuza beni ikna etti.
Hasta que un día, de la nada, Jason me convenció de que teníamos que combinarlas.
Ama kaptan olursam sana vermek zorunda kalacağım o enerjimi onu başka bir şey için saklamalıyım.
Pero esa parte de mí que le habría tenido que entregar si fuera capitán, tengo que reservármela para otra cosa.
Zavallı küçük zengin kız. Neye strese girmek zorunda olasın ki?
Pobre chica rica. ¿ Por qué tienes que estar estresada?
- Bize inanmak zorunda değilsin.
- No tienes que creernos.
Konuşmak zorunda değiliz.
No tenemos que hablar.
Sormak zorunda kaldığım için üzgünüm.
Lo siento, debía preguntar.
Ama altı okul sonrası kulübün başkanı olarak şunu duyurmaktan üzüntü duyuyorum, kısıtlı bütçe nedeniyle tüm öğrenci aktivitelerini durdurmak zorunda kaldık.
Pero como presidente de seis clubes extracurriculares, lamento anunciar que nos vemos obligados a suspender todas las actividades por falta de presupuesto.
Yürüttüğüm öğrenci konseyinden, tüm o kulüplerden ve her gün sorumlu olmak zorunda olduğum her şeyden bıktım.
Estoy cansada del consejo estudiantil, todos los clubes que dirijo, y de las responsabilidades que debo asumir a diario.
İşleri berbat edenler yetişkinlerse neden onların dediği olmak zorunda?
Si los adultos son los que arruinan las cosas, ¿ por qué pueden decirnos cómo tiene que ser?
Beni böyle görmek zorunda kaldığın için özür dilerim.
Lamento que me tengas que ver así.
Bunu yalnız başına yapmak zorunda değilsin Norman.
No tienes que enfrentarte a esto tú solo, Norman.
Norman, bunu yapmak zorunda değilsin.
Norman, no tienes por qué hacerlo.
Kanıt göstermek zorunda değilim Norman.
- No tengo que enseñarte ninguna prueba, Norman.
O zaman cesedi neden öldürdüğünü söylediğini açıklamak zorunda kalacaksın.
Bueno, tendrás que explicar por qué mentiste sobre haberlo asesinado.
Bir avukat tutmak zorunda kaldım ve pek ucuza da gelmedi.
Ah, he tenido que contratar a una abogada y no ha sido barata, así que..
Ellerimi kaldırmak zorunda mıyım?
¿ Tengo que levantar las manos? Es... una estupidez.
Hayatının en iyi vaktini geçirmezsen, Beni bir daha asla görmek zorunda kalmazsın.
Si usted no tiene el mejor que nunca, que nunca tenga que verme de nuevo.
Buna başvurmak zorunda kalmak istemezdim. Ama sen beni ekmiştin.
Yo no quiero tener que recurrir a esto, pero me puso de pie.
Bunu yürütmek zorunda değilsin Holden.
Usted no debería tener que hacer este trabajo, Holden.
Kaçmak zorunda değiliz.
No tenemos que huir.
Beklemek zorunda değiliz.
No tenemos por qué esperar.
Onu da getirmek zorunda kaldım.
Tuve que traérmela.
Sevdiğin birini kaybetmek her zaman acıdır. Ama böyle olmak zorunda değil.
Siempre duele perder a los seres queridos, pero no tiene por qué ser así.
Sen de benimle batmak zorunda değilsin.
No tienes que hundirte con el barco, ya lo sabes.