Açlık traduction Français
1,634 traduction parallèle
Tüm arkadaşlarım açlık çekiyor.
Mes copines meurent de faim
Ve yürüyüşlerine geç başlayanlar ya da açlık veya yorgunluk yüzünden geride kalanlar için hayatta kalma umudu şimdi çok uzaktır.
Et pour ceux qui ont tardé à se mettre en route... ou qui ont pris du retard parce que trop faibles ou trop affamés... les chances de survie sont infimes.
Açlıktan kıvranacaklarına dört hafta gemide çalışmayı kabul ettiler.
Mes parents préféraient partir en mer que crever de faim.
Arkamızda her gün açlık yüzünden ölecek olan... 30,000 çocuk duruyor... ve biz onların temsilcisi olmaktan gurur duyuyoruz
Derrière nous se dressent les 30000 enfants qui mourront de pauvreté extrême chaque jour et nous sommes fiers de pouvoir les représenter.
Dinle, açlıktan ölen kız!
Ecoutez la 1 / 2 morte de faim!
# Çünkü burada açlık var.
Et notre ventre crie famine C'est quand, votre mariage?
Boğulmuş bir hayalet pis su borusu gibi kokar, yanmış bir hayalet yanık saç gibi kokar, açlıktan ölmüş bir hayalet çürümüş kokar, ve, kolları, bacakları ayrılmış olan hayalet ise kan buharı gibi kokar.
Le fantôme d'un noyé sent comme un tuyau de drainage, le fantôme d'un brûlé sent les cheveux brûlés, le fantôme d'un pendu sent le pourri... et le fantôme d'un écartelé empeste le sang.
- Bugünden açlık mı çekeceğiz?
- Est-ce le début de la famine?
Zavallıcık açlıktan ölüyor olmalı.
Ma pauvre fille! elle doit être morte de la faim!
Nerdeyse açlık sınırındayız.
On est au bord de la famine.
Açlıktan ölsem bile umurumda değil artık.
Je me fous de savoir si je remangerai un jour.
Ama kıskançlık gibi veya açlık gibi bile değil.
Ce n'est pas comme l'envie ou la faim.
Kuraklık, açlık... Bu şeyler, ailemin gelecek nesiller için savaştıkları şeylerdi maalesef Corona del Mar'a taşındığımızdan beri böyle değil.
La sécheresse, la faim, ce sont les maux dont ma famille a souffert pendant des générations.
Oldukça nadir görülen dayanılmaz ve tükenmez açlık hissi... veren genetik bir hastalık.
Une anomalie génétique rare qui entraîne une faim incessante et atroce.
Ama açlık ve hipotermi * ikinci ve üçüncü sırada geliyor.
Mais la faim et l'hypothermie viennent en 2e et 3e.
Hastalıkları dışında, bu kızların açlıktan ölmek üzere olduğunu... fark etmemiş olabilirsiniz.
Vous ignorez peut être qu'en plus de tous leurs maux, ces pauvre filles crèvent de faim.
Açlık, susuzluk, acı ; ameliyathanede bunları hissetmesiniz.
La faim, la soif, la douleur : on ne les sent pas quand on est au bloc.
üstelik bunu üçüncü dünya ülkelerindeki açlık için yapıyorlar.
Et c'est contre la faim dans le Tiers Monde.
Eninde sonunda sıkılacak, yorulacak ya da açlıktan ölecektir.
Ca va aller. Peut-être qu'il va se lasser, se fatiguer ou mourir de faim.
Hiç açlık hissettiniz mi, bayan?
Vous avez faim, madame?
Ben... açlık!
Je... faim!
Tavşanımız köşeye sıkıştı, açlıktan ölüyor ve 2000 adamını kaybetti.
Notre lapin-là est coincé, affamé, et a perdu près de 2000 hommes.
Bunu başarmanın yolunu bulsam LuthorCorp açlık ve kıtlığa sonsuza dek son verir.
Grâce à cette expérience, la LuthorCorp pourra éradiquer à jamais la faim et la famine.
Tarihsel özellikleri güneş ışığından hoşlanmadıklarını gösteriyor, uzamış köpek dişleri, insan kanına olan doymak bilmez açlık... ve ölümsüzlük.
Leurs caractéristiques historiques sont une aversion de la lumière du soleil, des canines allongées, et une envie insatiable de sang humain... oh, et... l'immortalité.
Anlaşmamız buydu. Bunu yapmamı ne sağlayacak? Açlık.
Non, vous allez descendre dans une petite pièce sombre au sous-sol de la zone 51 et vous y resterez jusqu'a ce que vous inventiez une défense contre les Ori.
Açlık çeken bir sürü Wraith var ve onlara yiyecek sağlamaya söz verdim.
Il y a beaucoup de Wraith qui ont faim et j'ai promis de les fournir.
İçinde tatmin olmayan bir açlık büyüyordu.
Il y avait une faim qui grandissait en elle et n'était pas satisfaite.
Açlık git gide kötüleşti.
La faim a empiré.
Sonra açlık başladı.
Puis la faim est venue.
Açlık hissettim.
J'ai faim.
Sert kışlardan birinde, bir adam açlıktan ölmek üzere olduğunu hisseder.Erzakları ve yardımlar tükenmiştir... hayatta kalabilmek için, kamptaki diğer arkadaşlarını yiyen bir yamyama dönüşür.
Durant un hiver difficile, un homme mort de faim, éloigné de toute vivre ou d'aide devient un cannibal pour survivre, mangeant les autres personnes de sa tribu ou de son clan.
Kurt gibi açım. - Bu açlıkla, etek kıllarımı bile yerdim.
J'ai la dalle, je pourrais me bouffer les poils!
Ülkenin bu tarafında oldukça fazla oranda açlık var.
ils ont faim, considérablement faim dans cette partie du pays.
Bu, açlık sınırına dokuz meyve tanesi mesafedeyiz demek oluyor.
Dans neuf baies, c'est la famine.
Biliyorum şu sıra durumlar kötü, açlık falan.
Je sais qu'on est dans marde avec la maudite famine.
Açlık.
C'est la soif.
Bir alternatif için açlık mutsuz bir hayatın reddi.
La soif d'alternative. Le refus d'accepter le malheur.
"Agoge" çocuğu dövüşe iter, açlıktan kıvrandırır çalmaya zorlardı hatta gerekirse, öldürmeye!
Oblige les garçons à se battre, elle les affame. Pour les forcer à voler. Et s'il le faut, à tuer.
Bu sayede bir daha açlık çekmeyeceğiz.
À vrai dire, je vous jure que jamais plus, on ne crèvera de faim.
Bir daha açlık yüzü görmeyeceğiz.
Et jamais plus nous ne connaîtrons la faim.
Yumurtladı, süt verdi ve açlık içinde bakarken kendinden geçip öldü.
Il pondait des œufs... donnait du lait... et mourait d'excitation quand on le regardait avec un air affamé.
Fas'ta böylesi bir açlık olduğunu bilmiyordum.
J'ignorais qu'il y avait une telle famine au Maroc.
Açlık başıma vurdu yani, yap bir abilik, ha?
Alors maintenant j'ai une de ses faims! C'est moi qui offre.
Kendi açlığına rağmen, bu küçük yemek kenarda saklanmıştır boğazının küçük bir kıvrımında sadece bu an için.
Bien qu'étant affamé lui-même, il acheminera momentanément cette substance dans un repli de sa gorge.
Taburun çektiği açlık askerlerimizin savaşçı ruhunu kesin bir şekilde etkilememekte.
n'a pas encore eu de conséquences sur nos soldats.
- Açlığın gittikçe kontrolden çıkıyor.
- Tu ne contrôles pas ta faim.
Neşeyi ve kederi beraber paylaştık. Zevki ve açlığı bir aile gibi beraber tattık.
On a partagé les joies, les peines, les plaisirs et la faim, comme une famille...
Azıcık ye de, açlığını zaptetsin.
Réfrénez un peu votre faim.
Açlık içindeki bir çocuğun gözyaşlarındaki tuz.
Le sel provenant des pleurs d'un enfant affamé.
Başkaları açgözlülükle taşların peşine düşecek ve dünyayı açlığa, savaşa ve mutlak yıkıma götürecek...
L'avarice conduira d'autres personnes à chasser les pierres et cela mènera le monde à la famine, la guerre, et la destruction finale de la Terre.
Ama onları senden önce bir insan bir araya getirirse kendini tutması mümkün olmaz ve dünyayı açlığa, savaşa ve mutlak yıkıma götürür.
Cela provoquera famines, guerres et la destruction finale de la Terre.