Başbakan traduction Français
3,334 traduction parallèle
Bizim işimiz Başbakanı korumak değil.
Notre devoir n'est pas de protéger le Premier ministre. Elle a des gens payés pour ça.
Bu, Başbakanın çocuklarını hedef almayı haklı çıkarır mı?
Cela justifie-t-il pour autant de scruter de cette façon la vie de ses enfants?
Başbakanın çocuklarını hedef almadık.
Ses enfants ne sont pas notre propos.
O resimler, Başbakanın ikiyüzlülüğünü gösteriyor.
C'est plutôt... Oui, mais ces photos sont là pour prouver son hypocrisie.
Başbakan olduğum sürece basın Laura'yı rahat bırakmayacak.
Tant que je suis Premier ministre, je ne peux pas espérer quoi que ce soit de la presse, même en leur demandant gentiment, n'est-ce pas?
Başbakan geçirdiği çalkantılı günlere rağmen reform paketini kabul ettirmeyi başardı.
Le Premier ministre doit parvenir à faire adopter sa réforme et ce, malgré les turbulences récentes autour d'elle.
Bir başbakan her zaman toplumdan aşırı baskı görecektir.
Mais le fait est qu'un Premier ministre subira toujours une pression énorme de la part de l'opinion publique.
Ama bir Başbakan basının ilgisinden kaçamaz. Bu hikâye halka mâl oldu.
Mais je comprends bien qu'un Premier ministre ne puisse échapper à l'intérêt des médias et que cette histoire ait pris beaucoup d'importance.
Bu da beni, zor ama gerekli bir karar vermeye mecbur bıraktı Başbakan olarak görevimden izin alıp aileme ve kızıma vakit ayıracağım.
Pour cette raison, aujourd'hui, j'ai fait le choix difficile, mais indispensable, de me mettre en congé de mon ministère afin de me consacrer à ma famille et à ma fille.
Başbakan Yardımcısı Hans Christian Thorsen resmî görevlerimi sürdürecek.
Et durant cette période, c'est le vice-Premier ministre, Hans Christian Thorsen qui assumera les fonctions officielles à ma place.
İnsanlar benim sözümü dinleseydi oyuncu Kareena Kapoor şimdiye Başbakan olmuştu.
Si les gens m'écoutaient vraiment..... alors l'actrice Kareena Kapoor deviendrait Premier ministre.
Ülkenin Başbakanına veya Cumhurbaşkanına bile verilmemiştir.
Il n'est donné ni au premier ministre de ce pays ni au président.
İlk önce başbakanın karısını bulmalıyız.
Faut trouver la femme du président.
Başbakanın karısı nerede?
Où est l'épouse du président?
Ben bir gün muhtemelen başbakan veya ona benzer bir şey olacağım.
Je finirais probablement Premier Ministre ou autre.
Başbakan Michael Callow...
Premier ministre Michael Callow...
Başbakan Michael Callow, yaşamım hayatım size bağlı.
Premier ministre Michael Callow, ma vie... Ma vie est entre vos mains.
Sayın Başbakanım, bu noktada bunun Prenses Susannah olduğuna % 100 emin olduğumuzu söylememiz gerek.
M. le Premier ministre, à partir de maintenant, je dois vous avertir que nous sommes sûrs que c'est bel et bien, la princesse Susannah.
Öğleden sonra saat 4'te Başbakan Michael Callow, tüm İngiliz karasal ve uydu kanallarında canlı yayına çıkıp ve... hayır!
Aujourd'hui, à 16 h... Le Premier ministre Michael Callow devra apparaître à la télévision. Sur les réseaux numérique et satellite...
Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyoruz, Sayın Başbakanım.
On est en territoire inconnu.
Videoda ayrıca Sayın Başbakan'ı kişisel olarak ilgilendiren garip bir fidye talebi ve bu taleple ilgili detaylı talimatların yazılı olduğu bir liste bulunuyor.
Est aussi évoqué une étrange demande de rançon de nature personnelle, impliquant le Premier ministre. Suivie d'une liste d'instructions détaillées pour la mise en oeuvre de cette demande.
Birkaç saat öncesine kadar, halkın görüşü Başbakan Callow'un lehineydi halkın yalnızca yüzde 28'i kendisinin bu tuhaf ve yasadışı isteği yerine getirmesi gerektiğini düşünüyordu.
L'opinion publique semblait soutenir le Premier ministre, 28 % des sondés pensaient qu'il devrait accomplir cette tâche.
Başka bir Başbakan bulabiliriz ama Prenses olmadan yapamayız. Tabii ki yapmalı.
On peut remplacer un Premier ministre, mais pas une princesse.
Sizi Londra'nın merkezinden canlı yayına götürüyoruz. Gördüğünüz gibi Başbakan'ın arabası Londra sokaklarında ilerlerken...
Nous sommes en direct dans le centre de Londres, alors que le Premier ministre traverse Londres en voiture.
Birkaç dakika içerisinde Başbakan ekranlarınızda uygunsuz bir eylem gerçekleştirecek.
Dans quelques instants, le Premier ministre réalisera un acte indécent sur vos écrans.
Kimse görmeyecek, özellikle de Başbakan.
Personne ne doit la voir, surtout pas le Premier ministre.
Turner Sanat ödülü kazanmış olan Carlton Bloom, bir yıl önce bugün cüretkâr kaçırma planıyla, Başbakanı bu uygunsuz eylem için mecbur bırakmıştı.
Cela fait aujourd'hui un an que l'artiste récompensé, Carlton Bloom, a forcé le Premier ministre à commettre un acte indécent, au moyen d'un kidnapping.
Yine de bu hadise, geçen seneye nazaran onaylanmış oylarını % 3 artırmış olan bir Başbakanı yok etmede başarısız oldu.
L'incident n'a toutefois pas détruit le Premier ministre, qui est mieux placé dans les sondages que l'an dernier au même moment.
Ailemizin yavaş yavaş büyümesi azken çok olmak Başbakanımızın örnek doğum politikasına uygun olarak çoğaldık.
notre famille grandit. [5 ans plus tard] Elle a beaucoup grandi... la vie conjugale heureuse d'une éminente figure sociale qui affiche le comportement modèle de la promotion de la maternité.
Başbakan, elçiliğin işgaline izin vermez.
Le Premier ministre va intervenir.
Başbakan yarın gelebilir ama Komite bugün burada.
Peut-être demain, mais le Komiteh, lui, est déjà là.
Mary, Kanada'nın son üç başbakanı kim?
Les trois derniers Premiers ministres?
Başbakan endişeli.
Le Premier Ministre est inquiet.
Başbakan MI6 için desteğini sürdürdüğünü kamuoyuna bildirmeye devam ediyor. Karşıt görüşler yerini alıyorken... Bir avuç eski kafalı geri zekalı karşıt tarafta yerini alıyor ve bizi anlamadığımız ve asla kazanamayacağımız bir savaşa sürüklüyorlar.
Le Premier Ministre continue d'affirmer publiquement son soutien au MI6 alors que l'opposition a renforcé sa position... a renforcé sa position quand une bande d'idiots inconséquents se livrent à une guerre que nous ne comprenons pas et ne pouvons pas gagner.
Başbakan soruşturma yapılmasını emretti.
Le Premier Ministre a ordonné une enquête.
"... ve başbakanın evi Jamaika House üç numara uzak? "
"et à trois numéros de Jamaica House, celle du Premier ministre?"
Başbakanın kontrolü altıdaydı ve o ki komünist olmakla suçIanıyordu ya da muhalefet partisinin ki onlara da faşist denirdi.
Elles sont contrôlées par le PNP du Premier ministre, qu'on accuse d'être communiste, ou par le JLP, le parti d'opposition, qu'on accuse d'être fasciste.
" Başbakanın isteğiyle bunu halk için yapıyorsun...
" A la demande du Premier ministre, tu fais ça pour le pays.
Bu ilandan iki hafta sonra başbakan Michael Manley erken seçim istedi.
Deux semaines après cette annonce, le Premier ministre, Michael Manley, a demandé des élections anticipées.
Gizli servisten iki adama görev verilmişti bizi koruyacaklardı başbakanı korudukları gibi.
Un nous avait attribué deux gars des services secrets chargés de nous protéger comme ils protégeaient le Premier ministre.
Başbakan Marley'e düzenlenen bu saldırıyı lanetledi.
Le Premier ministre condamne l'attaque dont a été victime Marley
Ben Robert Gabriel Mugabe, Başbakan olarak Zimbabwe halkının iyiliğini sadakatle gözeteceğime yemin ederim.
Moi, Robert Gabriel Mugabe, je fais le serment de servir loyalement les intérêts du Zimbabwe en tant que Premier ministre.
Başbakan Cohaagen, bu yaşananların Matthias'ın Koloni için barışsever özgürlük temasları istemediğinin onun yerine kanlı çatışmaları tercih ettiğinin kanıtı olduğunu söylüyor.
Pour le chancelier Cohaagen, Matthias n'envisage pas de voie pacifique vers l'indépendance de la Colonie, mais plutôt un conflit sanglant
Bu sabahki bombalamanın ardından, Başbakan Cohaagen ve Koloni Valisi arasındaki müzakerelerine karşın, Başbakan Koloni'ye yapılan tüm insani yardımın askıya alınacağını açıkladı.
Malgré des tractations entre Cohaagen et le gouverneur de la Colonie, le chancelier a annoncé l'arrêt des aides humanitaires à la Colonie suite au bombardement de ce matin.
Bu sabahki saldırı sağolsun sentetik polis üretimini arttırdılar, bu yüzden herhangi bir şikayetiniz varsa,... gidip Başbakan Cohaagen'a iletin.
Ils ont renforcé la production de policiers synthétiques. Plaignez-vous au chancelier Cohaagen!
- Ama Başbakan dedi ki...
Mais le chancelier...
- Başbakan burada, olay yerinde değil.
Le chancelier n'est pas là.
Başbakan ve ben çok eskiden tanışırız.
Je connais le chancelier depuis longtemps.
Başbakan'a yakın kaynaklar tarafından konu ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir açıklama yapılmadı.
L'entourage du chancelier ne s'est pas prononcé...
Başbakan Cohaagen'ın akıbeti hakkında henüz bir açıklama yapılmadı. Ancak alınan bilgiye göre o da birlikleriyle beraber hayatını kaybetti.
Rien n'a transpiré sur le sort du chancelier Cohaagen mais il aurait péri avec ses forces armées.
Ama bugünkü basın toplantısından önce Başbakan bir şey söyleyecek.
le Premier ministre veut s'adresser à vous.