Tıknaz traduction Français
164 traduction parallèle
Onunla tanışıp şişko göbekli tıknaz bir adamla karşılaşmak istemem.
Je serais déçue de découvrir un gros homme bedonnant.
Şişko değil, tıknaz da sayılmaz. - Öyle mi? Tanır mısınız.
Il n'est ni gros, ni vraiment bedonnant.
Haklıydınız. Tıknaz değilmiş.
Vous aviez raison.
- Hayır. Çok tıknaz.
- Non, trop râblé.
Şu tıknaz adamım.
Je suis plutôt trapu.
Ben kısa boylu, tıknaz olanım.
Je suis le plus trapu, le gars carré.
Kumral ve hafif tıknaz dememiş miydin?
T'avais parlé d'un châtain, robuste...
Bir akşam Cliff Oteli'nin bahçesinde orta yaşlı, sıradan bir Avustralyalı satıcı ile tanıştık. Tıknaz, kel, düzensiz ve berbat derecede arkadaş canlısı.
Un soir, Nonno et moi, au Cliff Hôtel, nous avons rencontré un voyageur de commerce, un Australien, plutôt replet, chauve, et très, très aimable.
"Tıknaz" McCabe olarak anılırdı.
John McCabe.
Beyler, kağıdı dağıtan John McCabe'den başkası değil. Tıknaz McCabe...
Messieurs, votre partenaire n'est autre que John McCabe.
Kısa tıknaz olan.
Celui qui est bronzé.
Burada ne diyor bir bakalım... Yaklaşık 35 yaşında, tıknaz görünüşlü...
"Homme de forte corpulence"
Bugünkü şovda ufak tavuğum olacak, Cotton- - ben ve birkaç sulu ve tıknaz tavuklar.
Mes petits poulet seront à la fête aujourd'hui, Cotton- - Moi et quelques poulets dodus et gentils.
Galile ufak tefek, tıknaz, kızıl saçlı, aktif bir adamdı.
Galilée était un homme court, carré, actif avec des cheveux roux.
Tıknaz bir herifle buluşuyorum.
C'est un grand type.
21 yaşındaki, 1.90'lık bu savunma oyuncusu çok tıknaz.
Un demi de 21 ans, extrêmement trapu malgré ses 1,90 m.
Charlemagne küçük tıknaz bir 1.52. Küçük bodur bir arkadaş.
Charlemagne un petit bonhomme bas sur pattes et râblé.
Birkaç gün önce seni almaya gelen şu tıknaz eleman değil mi o?
Ce nul qui est venu l'autre jour?
Tıknaz, erkek, zenci yaklaşık 65 yaşında.
Homme noir robuste. Environ soixante-cinq ans.
Hala mutluluk veren düşünce ise, şu anda, bütün ülkede, asilinden ayak takımına, ortalardaki çekici ve tıknaz insanlar da dahil, herkes Noel'i seviyor.
Mais quelle joie de penser qu'à travers le pays, du plus grand au plus petit, en passant par les bons gros, tout le monde célèbre Noël!
Kısa boylu, tıknaz, tıraşsız, sandalet giyiyor.
Un type petit, moche, pas rasé.
Nefesi kokan tıknaz biri.
Un petit gars à la mauvaise haleine.
Ziggy, nefesi kokan tıknaz adam.
- Ziggy... le petit à mauvaise haleine.
Hayır, komşu tıknaz bir adamdı.
Non, le voisin était gros.
Galiba bir keresinde tıknaz bir erkektim.
Je pense que j'ai été un homme obèse une fois.
- Evet, beni buradan aramasını söyledim ve telefonu açan kişiden kel, tıknaz ve gözlüklü birini istemesini söyledim.
- Je lui ai dit de m'appeler ici et de demander à parler à un petit chauve à lunettes.
Kısa, tıknaz, seyrek saçlı biri.
Petit, enveloppé, chauve.
Kısa boylu. Tıknaz.
Il est petit... il est trapu.
Şu sizinle konuşan adamın görünümü nasıldı? - Gözlüklü, tıknaz ve gözlüklü.
- Un petit chauve à lunettes.
Birden komiklikten uzaklaşan gözlüklü, tıknaz ve kel adamın teki olacağım.
D'un petit chauve à lunettes qui ne fait plus rire personne.
Tıknaz.
Il est trapu.
Bu kostüme uyacak tek kişi kısa, tıknaz ve orantısız bir vücuda sahip olmalı.
Ce costume irait bien à quelqu'un de court sur pattes, et aux formes généreuses.
Buralarda irice bir Mormon gördünüz mü... 40 yaşlarında, tıknaz, dost canlısı?
Vous avez vu un grand gaillard d'Amish passer par ici... la quarantaine, trapu, le genre amical?
Ben tıknaz ve suluyum.
Moi, je suis dodu, moelleux...
Bunlar sadece ürkütücü bir şekilde hayatımın hikayesi kısa, tıknaz, kafası az çalışan kel bir adam olarak.
C'est simplement l'affreuse histoire de ma vie. Moi, le petit homme chauve, trapu et lourdaud.
Sanki benim kısa, tıknaz, kel biriyle çıkar...
Comme si elle allait sortir avec un petit mec trapu et chauve.
Kısa boylu, tıknaz, komik, kel adam. Kısa bir süre önce tanışmıştık.
Le petit chauve rigolo et trapu que tu as rencontré il y a peu.
Kısa, tıknaz, kel bir adam saha boyunca çıplak koşuyor.
Un petit chauve trapu court tout nu sur le terrain.
Tıknaz, bir Pop-tart daha ister misin, tıknaz?
Eh, gras-double. Tu veux une autre biscuit, gras-double?
Umarım iri ve tıknaz olmamın senin için mahsuru yoktur.
Tu ne m'en voudras pas si je grossis.
Bart tıknaz.
Bart est un tuyau.
- Teşekkürler Tom. Ne kadar şirin çocuklar en baştaki küçük tıknaz olan şey hariç.
De charmants enfants, en vérité, sauf le dernier, le petit gros.
Acı, iğrenç, ahlaksız huyunla ve tabii ki tıknaz olarak doğmuşsun.
tu es né aigri, méchant, tordu et bien sûr, tout mou.
Barın sonunda, tıknaz adamın bitişiğinde.
À l'autre bout du bar. - Près du gros.
- Tıknaz mı?
- Gros?
Biraz tuz ver, tıknaz?
- T'aurais du sel, le gros?
Tıknaz McCabe mi?
McCabe, le dodu?
Hakkını teslim etmek gerekiyor Tıknaz.
Je dois reconnaître, Pudgy...
Deniz kenarındaki bir krallıktayım boylu boyunca açık körfezlerin olduğu ve dalgaları durduran tıknaz dalgaların olduğu ve süzülen martılar gibi uçan balıkların ve kalbini dolduran planktonların ve kıpkızıl somon balıkların, cennetten fırlayan ; deniz anaları ve mor deniz yosunları ve de kışın kayaların yosun tuttuğu.
Avec la mer du Nord, Le long des golfes clairs, Et des vagues dodues
Tez davran, tıknaz!
Et enlève la paille!
Nerede benim canavarım, tıknaz?
Où est mon monstre, nabot?